Haberler:

Hiçbir başarı tesadüf değildir

Ana Menü

Ünite 7: Kelâmda Bilgi

Başlatan Arif ARSLANER, Şub 13, 2024, 12:37 ÖÖ

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Arif ARSLANER

Giriş
Kelâm ilminde bilgi, öncelikli ve önemli bir konudur. Bu
konunun önemi, Kur'ân'ın ilk inen ayetlerinde bütün
açıklığı ile ortaya konmuştur: "Yaratan Rabbinin adıyla
oku! O insanı rahim duvarına yapışan bir nesneden yarattı.
Oku! Rabbinin çömertliği sınırsızdır. O kalemle yazmayı
öğretti. İnsana bilmediğini öğretti." (el-Alak 96/1-5) Hz.
Peygamber'e ilk inen bu ayetlerde ilk sözün "Oku!" emri
olması, ilme ne denli önem verildiğinin açık kanıtıdır. "De
ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (ez-Zumer
39/9) ayeti ile "Allah'tan hakkıyla sakınanlar ancak bilen
insanlardır." (Fâtır 35/28) ayeti bu gerçeği dile getirir.
Bilginin ne olduğunun ve İslam düşünce tarihi içinde nasıl
anlaşıldığının bilinmesi önem arz etmektedir. Arapça bir
kelime olan "ilim" ve Türkçe'de bunun yerine kullanılan
"bilgi" sözlükte "bilme", "biliş" ve "tanıma" gibi
anlamlara gelmektedir.

Terim anlamına gelince, kelâm âlimleri ilmin tam bir
tarifinin yapılabileceği konusunda ittifak içinde
görülmemektedir. Cüveynî (ö. 478/1085) ile Gazzâlî (ö.
505/1111) ilmin tarifinin zor olduğunu söylerken,
Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210) bunun mümkün olmadığı
ancak mahiyetinin bilinebileceği şeklinde bir görüş ortaya
koymaktadır. Bu iki olumsuz tavra karşılık ilmin tarifinin
yapılabileceğini iddia edenler de olmuş ve bu alanda bazı
tarifler yapılmıştır. Bunların en çok kabul görenlerini
şöylece sıralamak mümkündür: "Akla ve duyulara konu
olan objenin tanınması", "Aksine ihtimal verilmeyecek
şekilde anlamların birbirinden ayırt edilmesi." Birinci
tarifte hem aklın ve hem de duyuların bilgi edinmede rolü
vurgulanmıştır. İkinci tarifte ise duyular göz ardı edilerek
sadece aklın bilgi edinmedeki rolüne vurgu yapılmıştır.

Kur'ân'da Bilgi

Kur'ân'da bilgi, insanın özelliklerinin tümünü dikkate alan
bir çerçeve içinde sunulur. Duyulardan akla kadar insanın
sahip olduğu özellikler veya bilgi edinme yetenekleri bir
bütün olarak değerlendirilir. Bunlar arasında kuvvetli
zayıf, yeterli-yetersiz ayrımına gidilmez.

Kur'ân'da geçen kalb ve fuâd kelimeleri incelendiğinde,
bunların ya aklın değişik bilgi düzeylerini ifade eden
kavramlar ya da aklın yanında ona destek veren farklı bilgi
araçları olduğu görülür. Çünkü bunlar Kur'ân'da olumlu
ve olumsuz kullanılmaya uygun imkânlar olarak zikredilir.
Öte yandan Kur'ân'da duyular ile aklı ifade eden
kavramların bir arada zikredilmesi, ancak bunların hep
birlikte kullanılması durumunda gerçeğe uygun doğru
bilgi elde edilebileceğinin ifadesidir.

Kur'ân'da bilgi elde etme aracı olarak geçen kalbe, sezgi
demek bile mümkündür. Çünkü sezgi, insanın içine aniden
doğan bir bilgi türüdür. Bu bilginin elde edilmesinde ne
aklın ne de duyuların bir rolü vardır. Yine Kur'ân'da
sezgiyi çağrıştıracak bir başka kavram olarak basiret
kavramı kullanılır. Basiret kavramı halk arasında daha çok
öngörü, iç görü ve bir şeyi önceden sezme/hissetme
anlamında kullanılır. Bu yönüyle Kur'an'daki kullanımı
ile örtüşür.

Kelâmda Bilgi
Bilgi Edinme Yolları


Kelâmda bilgi edinme yolu, duyular, haber ve akıl
şeklinde belirlenmiştir.
Beş Duyu: Kelâmda duyular görme, işitme, tatma,
dokunma ve koklama şeklinde beş duyu olarak geçer. Her
bir duyunun ancak kendi alanı ve belirlendiği hususlarda
işlev göreceği özellikle belirtilir. Bunun anlamı, görme
duyusu ile işitilmeyeceği, işitme duyusu ile tat
alınamayacağı, dokunma duyusu ile görülemeyeceğidir.
Çünkü her bir duyu Yüce Allah tarafından, belli ve
belirlenmiş bir alanda işlev görmek üzere yaratılmıştır.
Ancak bazı duyuların eksilmesi ile diğer duyuların
meydana gelen açığı bir ölçüde kapatmak için gelişmesi
de söz konusudur. Sözgelimi görmeyen bir kimsenin
insanları dokunma duyusu ile tanıması veya koklama
duyusu ile eşyayı veya kişileri kokularından ayırt
edebilmesi mümkün olabilmektedir.

Haber: Kelâmda haber aktarma yoluyla insanda hâsıl olan
gerçeğe uygun bilgi şeklinde tanımlanır. Gerçeğe uygun
olması haberin doğru olduğu, aktarma şeklinde
gerçekleşmesi de dış bir araç ile insana ulaşması anlamına
gelir. Çünkü kişinin duyularını ve aklını kullanarak bizzat
kendi çabasıyla elde ettiği bilgi haber olarak
değerlendirilmez. Bir bilginin haber olabilmesi için kişinin
kendi dışında bulunan bir aracı vasıtasıyla onu elde etmesi
gerekir. Peygamberlere melek aracılığı ile gelen vahiy
olarak adlandırılan bilgiler de haberdir. Aynı şekilde
peygamberin kendisine gelen bu vahyi insanlara aktarması
ve onların da diğer insanlara aktarması haber
kategorisinde değerlendirilir.

Kelâm kaynaklarında haberler kesinlik hiyerarşisine göre
birkaç sınıfa ayrılır. Kesinlik düzeyinin en üst noktasında
bulunan haber mütevatir olandır. Mütevatir olmayan
haber, tek kişinin veya yalan üzere birleşmesi imkân
dâhilinde olan bir topluluğun verdiği haberdir. Bu tür
habere âhâd haber adı verilir. Bir haberin mütevatir veya
âhâd haber olması, haberin gerçekliği ve gerçekleşmişliği
ile alakalıdır.

Akıl: İnsanda bulunan düşünme, anlama ve kavrama
gücüne genellikle akıl denilir. Aslında akıl gücü insanın
kavrama mekanizmasının merkezini oluşturur. İnsan bu
güç sayesinde anlama, anlatma ve seçme faaliyetini
yürütür. Bir başka deyişle insanın bir konuyu anlaması,
onu bir başkasına açıklaması ve önüne çıkan
seçeneklerden birini tercih etmesi bu akıl gücü sayesinde
gerçekleşir.

Keşif ve rüyanın bilgi edinme yolu sayılması: Keşif, genel
kabule göre Allah'ın bazı sevgili kullarına ilham yoluyla
çeşitli konularda bilgiler vermesidir. Seven ve sevilen kul
mertebesine erişen müminlere Allah'ın lütfu ile bazı
perdelerin açılması ve kulun bilgilendirilmesidir. Bu
mertebeye ulaşan kişiye de, Allah dostu anlamında velî
denilir. Ancak bu tür olağanüstü olaylar sadece velî
denilen kişilerde değil, başka şahıslarda da görülebilir.
Sözgelimi isyankâr ve inanmayan kişilere de Allah bazen
olağan üstü olayları verir. Bu onları sınamak veya isyan ve
küfürdeki durumlarını diğer insanlar nezdinde açığa
çıkarmak veya inatları sebebiyle bulundukları yerden daha
kötü bir duruma gitmelerinin yolunu açmak içindir.
İslâm âlimleri, itikadî ve amelî konularda hüküm verirken
keşif ve ilhama hep ihtiyat ile yaklaşmışlar ve her ne kadar
sahibi için bir değer ifade etse bile, başkaları için
kesinlikle bağlayıcı olamayacağını dile getirmişlerdir.
Çünkü keşif/ilham ile elde edilen bilgi kapalı, ispatı
imkânsız ve kişinin vicdanı ile sınırlıdır. Bu yüzden
sufîlerin de içinde bulunduğu büyük çoğunluk, keşfin
inanç alanında delil olmasını uygun bulmazlar. Aynı husus
rüyalar için de geçerlidir. Her ne kadar rüya, gören
açısından bir değer taşısa bile, rüyadan hareketle dinî bir
hüküm verilemez. Sadık/ doğru olan rüya ile olmayanı
birbirinden ayırmak çok kolay değildir. Çünkü ilham ve
keşifte olduğu gibi rüya da, test edilemez ve sübjektiftir.

Bilgi Çeşitleri

Kelâmda bilgi birkaç bakımdan kategorize edilebilir.
Birinci ayrım, Allah'a ait bilgi ile insana ait bilgi, hem
mahiyet hem de içerik olarak birbirinden farklıdır. Allah'a
ait bilgi öncesiz ve sonrasızlık özelliklerine sahip iken,
insana ait bilginin bir öncesi bir de sonrası vardır. Çünkü
Allah için zaman ve mekân söz konusu olmadığından
O'nun için önce ve sonradan söz edilemez. Ancak insan
zaman ve mekân içinde bulunduğundan öncesi-sonrası,
arkası-önü, sağı-solu bulunmaktadır. İnsanın sahip olduğu
bilginin de öncesi-sonrası ile belli bir niceliği ve niteliği
vardır. Bu yüzden kelâm âlimleri Allah'ın ilmine öncesiz
ve sonrasız anlamında kadîm bilgi, insana ait bilgiye de
öğrenme ile sonradan meydana geldiğinden ve başlangıcı
bulunduğundan, sonradan olma anlamında hâdis bilgi
demişlerdir. İkinci ayrım ise bilginin akıl ile elde edilmesi
ile nakletme yani haber yoluyla elde edilmesi
bakımındandır. İnsanın düşünmesi ve akıl yürütmesi ile
elde ettiği bilgiye aklî bilgi denilirken, bir başkasından
nakil yoluyla alınan haberlere ise naklî bilgi denilmiştir.
Aklın hiçbir çaba sarfetmeksizin elde ettiği bilgi,
zaruri/zorunlu bilgidir. Bu bilgiye, herhangi bir şüpheye
ve ihtilafa yol açmayacak şekilde son derece açık
olduğundan apaçık bilgi anlamında bedihî bilgi de
denilmiştir. Bunun tersine insanın bir çaba ve düşünmesi
sonucu elde edilen bilgiye kazanılmış anlamında iktisâbî
bilgi adı verilmiştir. Bu tür bilgiye bir kanıt/delil yoluyla
ulaşıldığından delile gereksinim duyan bilgi anlamında
istidlalî bilgi adı da verilmiştir. Ayrıca nazar yani
düşünme yoluyla elde edilmesi dikkate alınarak nazarî
bilgi diye de adlandırılmıştır.

Aklî bilgi sağlam ve objektif delillere dayanıyor ve
kesinlik ifade ediyorsa burhanî bilgi, şayet şüphe taşıyan
veya sübjektif delillere dayanıyorsa ve ancak ikna yoluyla
anlatılması söz konusu ise buna hatâbî bilgi adı verilir.
Haber yoluyla elde edilen naklî bilgi ise kesin bilgi
anlamında yakînî ve şüpheli bilgi anlamında zannî
şeklinde iki gruba ayrılır. Yukarıda geçtiği gibi haber
yalan söylemesi imkan ve ihtimal dâhilinde olmayan bir
topluluk tarafından aktarılmışsa yani mütevatir ise ve
anlaşılması noktasında bir kapalılık yoksa bu bilgi kesinlik
ifade eder ve yakinî bilgi olarak değerlendirilir. Şayet
haber tek kişinin bildirmesi ile gerçekleşmiş âhâd haber
ise veya mütevatir olmakla birlikte kapalılık özelliği
taşıyorsa bu tür bilgiye zannî denilir.

Bilginin Değeri
Kelâm alanında bir bilginin inanç açısından değer ifade
etmesi için öncelikle naklî ise yakînî, aklî ise burhanî
olması gerekir. Diğer bir deyişle inanç ilkesi
oluşturulurken bilginin akıl ve nakil bakımından sağlam
ve apaçık delillere dayanıyor olması aranır. Bilginin
değeri bilgi araçlarının değeri ile de doğru orantılıdır.
Haber yoluyla elde edilen bilginin değeri, haberi getiren
kişinin güvenilir olması ile birebir irtibatlıdır. Haberi
getirenin güvenilmez oluşu, aynıyla haberi etkiler ve
değerini düşürür. Bundan dolayı Kur'ân'da "Size bir fasık
haber getirdiğinde onu araştırın" (el-Hucûrât 49/6) emri
verilmiştir.

Kelâmın Kaynakları
Kur'ân

Kelâm, İslam akaidini açıklamak ve savunmak için ortaya
çıkmış bir ilim dalıdır. Kelâm ilminin savunduğu İslam
akaidinin temel kaynaklarını tanımak aynı zamanda
kelâmın temel kaynaklarını tanımak anlamına gelir. Akaid
ise, dinin inanç esaslarıdır. Bunun da yegâne kaynağı,
Allah'ın peygamberine vahiy yoluyla gönderdiği
Kur'an'dır. Kur'ân'ın iki temel özelliği vardır: 1. Vahiy
getiren melek Cebrail aracılığı ile Hz. Peygamber'e
ulaşması. 2. Sadece vahiy yoluyla Kur'ân kendisine inzal
olunan Hz. Peygamber değil, Kur'ân'ın gönderildiği bütün
insanların ondaki hükümlerle yükümlü tutulmasıdır.
Kur'anın Beşerî alandaki ilk muhatabı Hz.
Muhammed'dir. Hz. Muhammed peyamber olma özelliği
ile görevini aksatacak veya zarar verecek her türlü maddimanevi tehlikeden korunmuştur. Buna masum olması veya
ismet sıfatına sahip olması denilir. Hz. Peygamber'e inen
bu Kur'ân, korunmuş özelliğine sahip Hz. Peygamber
aracılığı ile insanlara ulaştırılır. Bu işleme tebliğ adı
verilir. İşte böyle güvenli bir şekilde hedefine ulaşan
Kur'ân "İçinde hiç şüphe bulunmayan bir kitaptır" (elBakara 2/2). Bu güvenirlik, Hz. Peygamber'in hem
Kur'ân'ı algılaması hem de onu aktarması noktasında
Allah'ın koruyuculuğu altında olmasındandır.

Sünnet
İnanç esaslarının ikinci kaynağı bizzat Hz. Peygamber'in
kendisidir. Hz. Peygamber, Kur'ân'ın ilk ve en güvenilir
yorumcusudur. Çünkü o dinî her türlü tasarrufunda
Allah'ın koruyuculuğu altındadır. Bu onun yorumunun
ilahî gözetim altında olması anlamına gelir. Nitekim "Sana
Kur'ân'ı okuduğumuzda onun okunuşunu takip et; sonra
onun açıklaması/yorumu bize aittir" (el-Kıyâme 75/18-19)
mealindeki ayette Kur'ân'ın Hz. Peygamber tarafından
açıklaması ile uygulamasının ilâhî kontrol altında olduğu
ifade edilir. Ayrıca "O kendinden bir şey söylemez ne
söylüyorsa vahiydir" (en-Necm 53/3) mealindeki ayet
özellikle peygamberin söz, fiil ve kabullerinin ilahî
gözetim ve denetim altında olduğunu göstergesidir.

Akıl
Kur'ân ve Sünnet'in yanı sıra kelâmda aklın da bir kaynak
olması söz konusudur. Aklın kaynak olması, istidlâl veya
istinbât denilen çıkarsama yolunun kullanılmasıdır. İlk
dönem kelâmcıların çıkarsama yöntemi daha çok
görünenden hareketle görünmeyen hakkında hüküm
vermek şeklinde formüle edilebilecek fıkhî kıyastır. Ancak
daha sonraki kelâmcılar mantığın da etkisiyle
bilinenlerden hareketle bilinmeyen hakkında hüküm
vermek anlamına gelen mantık kıyasını kullanmaya
başlamışlardır.

Birinci yöntemi kullananlar, iki husus arasında bir
benzerlik kurarak değerlendirme yapıyorlardı. Böylece
görünen âlemde var olan olgu ve olaylardan hareketle
görünmeyen âlemdeki olgu ve olaylar hakkında hüküm
vermiş oluyorlardı. Sonraki kelâmcıların uyguladığı
mantıkî kıyas yöntemi ise bilgiyi esas alır. İnsan zihninde
var olan bilgiden hareketle, bilinmeyen hakkında hüküm
vermemiz mümkündür. Bu tür bilgide iki öncül, bir sonuç
şeklinde tam bir kıyasın bulunması gerekir. Öncüllerin de
sağlam ve sağlıklı olması aranan bir şarttır.

Aklın kaynak olması mümkün ise de, dinî alanda kesin
kaynak olması hususu tartışmaya açıktır. İlk dönem İslam
düşünürleri ile günümüzde Selefî yöntem ve düşünceyi
benimsediğini iddia eden âlimler, aklın dinde asla hüküm
vermeye yetkili olmadığını ileri sürerler. Başka bir deyişle
aklın yetkisi sadece anlama ve aktarmadan ibarettir,
bağımsız olarak hüküm koyma yetkisi yoktur. Kelâm
âlimleri ise yukarıdaki esaslar çerçevesinde aklın hüküm
koyabileceği kanaatindedirler. Ancak onlar da aklı aşan
hususlar bulunduğunu göz önüne alarak sınırlama yoluna
gitmişlerdir.
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •