; Ünite 11 - Emeviler Dönemi

Haberler:

Hiçbir başarı tesadüf değildir

Ana Menü

Ünite 11 - Emeviler Dönemi

Başlatan Arif ARSLANER, Mar 27, 2024, 05:30 ÖS

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Arif ARSLANER

1. EMEVİLER VE EMEVİLERİN KURULUŞ DÖNEMİ
� Emevi Devleti, adını kurucusu olan Hz. Muaviye bin Ebi Süfyan'ın bağlı bulunduğu aileden almıştır.
� Hz. Muaviye, Kureyş kabilesinin Beni Ümeyye (Ümeyyeoğulları veya Emeviler) koluna mensuptur.
� İslam'dan önce Ümeyyeoğulları Mekke'nin en saygın ailelerindendi.
� Hz. Muaviye'nin büyük dedesi Ümeyye, Cahiliye Devri Mekke toplumunda kıyade (ordu komutanlığı) görevi yapıyordu.
� Miladi 602 veya 603 yılında dünyaya gelen Hz. Muaviye, Mekke toplumunda okuma-yazma bilen az sayıdaki kişilerdendi.
� Mekke fethedildiğinde Hz. Muaviye de Müslüman oldu.
� Kendisi Peygamber Efendimiz'in kâtipleri içinde yer almıştır.
� Hz. Ebu Bekir, Suriye'nin fethi için üç ayrı ordu gönderdi.
� Bu ordulardan birinin komutanı Hz. Muaviye'nin ağabeyi Yezid idi ve Hz. Muaviye de ona yardımcı olacaktı (634).
� Yezid ve Hz. Muaviye, Suriye tarafında büyük başarılar elde etti.
� Hz. Ömer, Hz. Muaviye'yi ordu komutanlığına getirdi (639).
� Daha sonra Hz. Muaviye, Şam valisi oldu.
� O, Hz. Ömer'in izni ile Suriye'de fethedilmeyen yerleri fethetti.
� Hz. Muaviye, Kıbrıs'ın fethi için de izin istedi.
� Fakat Hz. Ömer buna müsaade etmedi.
� Hz. Osman Dönemi'nde de Şam valisi olan Hz. Muaviye, iki ayrı zamanda Kıbrıs'ı fethetti (650 ve 655).
� Suriye'de Kelbi kabilesinden biriyle evlenen Hz. Muaviye, zamanla askerî, ekonomik açıdan çok güçlü bir konuma geldi.
� Hz. Ali, Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra halife seçildi (655).
� Hz. Muaviye, Hz. Ali'ye biat etmeyerek kendi kabilesinden olan Hz. Osman'ı şehit edenlerin derhâl bulunmasını istedi.
� Hz. Muaviye, onu şehit edenlerin Hz. Ali'nin ordusunda bulunduğunu iddia etti ve Şam halkından biat aldı.
� Hz. Ali, Cemel Savaşı'nda rakiplerini yendi.
� Ayrıca Hz. Ali, Hz. Muaviye ile yaptığı Sıffin Savaşı'nı kazanmak üzere iken Haricilerin savaşmak istememesi yüzünden sonuç alamadı. Hz. Muaviye, 658 senesinde gerçekleşen Hakem Olayı'ndan sonra devleti ele geçirmek için büyük gayret gösterdi.
� Önce Mısır'ı ele geçirdi.
� Daha sonra hazırladığı orduları Hz. Ali'nin hâkimiyeti altında bulunan Irak, Hicaz, Yemen ve İran'ın yerleşim bölgelerine göndererek merkezî idareyi zor durumda bıraktı.
� İç karışıklıkların artması sonucunda, bir Harici Hz. Ali'yi şehit etti (661).
� Halk, Hz. Hasan'a halife olarak biat etti. Fakat Hz. Muaviye, iktidarı bırakmak niyetinde değildi.
� Hz. Ali şehit olmadan önce Hz. Muaviye oldukça üstün bir konumda bulunuyordu.
� Hz. Hasan hem Kûfe halkının güven telkin etmemesi hem de Müslümanlar arasındaki savaşların son bulması için Hz. Muaviye'ye biat etti.
� Hz. Hasan ile Hz. Muaviye arasındaki anlaşmayla İslam dünyasının tamamı Hz. Muaviye'nin yönetimi altına girdi.
� Böylece Müslümanlar arasında büyük oranda birlik sağlandı.
� Bu nedenle bu yıla "Birlik Yılı" (Âmü'l-Cemaa) denilmiştir.
� Hz. Muaviye ile birlikte Müslümanların yönetime gelme şekillerinde büyük bir değişiklik oldu.
� Dört Halife, istişare yoluyla iktidara gelmişti.
� Hiçbir halife kendi çocuklarına yönetimi devretmemişti.
� Oysa Hz. Muaviye, kuvvet yoluyla halifeliği ele geçirdi.
� Kendinden sonra da oğlu Yezid'i veliaht tayin etti.
� Böylece halifeliğin babadan oğula geçişini, yani saltanat sistemini başlattı.
� Hz. Muaviye, Müslümanlardan Yezid'in halifeliği için zorla biat aldı.
� Hz. Hüseyin, Abdullah bin Zübeyr ve Abdullah bin Ömer gibi birkaç önde gelen Müslüman dışında bu isteğe karşı koyan olamadı.
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Arif ARSLANER

2. YEZİD DÖNEMİ VE OLAYLARI
� Yezid bin Muaviye Emevi Devleti'nde Hilafetin saltanata dönüştürülme sürecinin ilk halifesidir.
� Kendisinden önce babası döneminde var olan hilafet ve hâkimiyet mücadeleleri, kendisinin veliaht tayin edilmesiyle yeniden ivme kazandı. Aynı zamanda yeni muhalif gruplarında oluşmasının önünü açtı.
� Bu nedenle Yezid dönemi, Emevi Devleti'nde önemli siyasi ve askerî olayların yaşanmasına sebep olmuş, onun hilafetini kabul etmeyen muhalif gruplar ona karşı etkin bir mücadeleye girişmişlerdir.
� Bu gruplardan biri de Tevvabûn olarak bilinenlerdir.
� Bunlar, Hz. Hüseyin'i ısrarla Kûfe'ye davet edenlerdir.
� Daha sonra da onu yalnız bırakarak yakınları ile Kerbelâ'da şehid edilmelerine sebep olmuşlardır.
� Yaptıkları bu hareketin yanlış olduğunu düşünerek pişman olduklarını ifade edip tövbe ettiler.
� Tövbe edenler manasında Tevvabûn ismini aldılar.
� Daha sonra bu grup, Hz. Ali evladının intikamını almak üzere organize olmuş siyasî bir hareket olarak kabul edilmiştir.
� İslam tarihinde Harre vakası olarak bilinen olay da Yezid döneminde vuku bulmuştur.
� Yezid, Kerbelâ olayından sonra ayaklanan Medineliler üzerine bir ordu gönderdi.
� Bu ordu, Emevi yönetimine isyan eden Medinelileri yenilgiye uğrattı (63/682).
� Medinedeki bütün ileri gelenler öldürüldü.
� Yezid'in komutanı Müslim b. Ukbe, askerlerini serbest bırakınca, askerler şehri yağmaladılar.
� Medine'de birçok çirkin iş gerçekleştirdiler.
� Bu süre içinde Mescid-i Nebî'de üç gün cemaatle namaz kılınamamıştır.
� Harre olayından sonra, Yezid'in ordusu Mekke'ye yöneldi.
� Ordu komutanı Müslim b. Ukbe'nin yolda ölmesi üzerine, yerine Husayn b. Nümeyr Mekke'yi kuşattı.
� Abdullah b. Zübeyr, Şam ordusunu şehrin dışında karşılayacak gücü ve silahı olmadığından, Kâbe'ye sığınmak zorunda kaldı.
� Kuşatma sırasında savaş bir müddet karşılıklı mübareze şeklinde devam etti.
� Daha sonra Husayn, Ebu Kubeys ve civar dağlara mancınıklar kurdurttu.
� Mancınıklarla atılan taşlar, Kâbe'nin örtüsünün parçalanmasına, atılan ateşli bir mızrak ise hem örtünün hem de Kâbe'nin ahşap kısmının tamamen yanmasına sebep oldu.
� Savaşmanın ve kan dökmenin haram olduğu Kâbe tahrip edilmiş oldu.
� İki ay kadar süren kuşatma, Yezid'in ölümü üzerine kaldırıldı (64/683).
� Yezîd zamanında Kuzey Afrika dışındaki bölgelerde fetihler durdu.
� Bizans üzerine düzenlenen yaz ve kış seferlerine ara verildi. Kıbrıs ve Rodos adalarındaki Müslümanlar da tahliye edildi.
� Kuzey Afrika'da Yezid tarafından yeniden İfrîkıye valiliğine tayin edilen Ukbe b. Nâfi, Sûsülednâ ve Sûsülaksâ bölgelerini fethetti ve önemli başarılar elde etti (62/681-82).
� Ancak bu başarılar kısa bir süre sonra bir felakete dönüştü.
� Ukbe, Küseyle ve müttefiki olan Rumlar tarafından pusuya düşürülerek 300 askeriyle birlikte öldürüldü.
� Bunun üzerine İfrîkıye'nin merkezi Kayrevan'daki İslam ordusu Berka'ya çekilmek zorunda kalırken Küseyle kumandasındaki Berberîler Kayrevan'a girdi (64/683).
2.1. Hilafetin Saltanata Dönüşmesi ve Buna Tepkiler
� Yezid'in yönetime geçmesiyle beraber saltanat sistemi hilafetin yerini aldı.
� Bu yönetim biçimini İslam'a aykırı görerek buna karşı hareketler ortaya çıkmaya başladı.
� Tepki gösterenlerin başında sahabeler, Hariciler, Hz. Ali taraftarları ve Hasan el-Basrî gibi tanınmış isimler de geliyordu.
2.2. Hz. Hüseyin ve Kerbelâ Olayı
� Hz. Hüseyin, Hz. Muaviye'nin ardından Yezid'in hilâfete geliş şekline ve liyakat sahibi olmamasına itiraz ederek (öl. 680) Yezid'e biat etmedi.
� Yezid, Medine Valisi Velid bin Utbe'den kendisi adına Hüseyin bin Ali, Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Zübeyr'in biatlarını almasını istedi.
� Hz. Hüseyin ve Abdullah bin Zübeyr, valiyi oyalayarak Mekke'ye gitti.
� Hz. Hüseyin'in Mekke'ye gitmesi ehlibeyt taraftarlarını harekete geçirdi.
� Onu Kûfe'ye davet ettiler.
� Hz. Hüseyin, durumu araştırması için amcasının oğlu Müslim bin Âkil'i Kûfe'ye gönderdi.
� Kûfe'ye giden Âkil, Vali Numan bin Beşir'in müsamahasından faydalanarak halktan Hz. Hüseyin adına biat aldı.
� Ardından da Hz. Hüseyin'i Kûfe'ye davet etti.
� Olayları takip eden Yezid, Kûfe Valisi Numan bin Beşir'i görevden aldı ve sert tabiatlı bir yapıya sahip olan Basra Valisi Ubeydullah bin Ziyad'ı Kûfe valiliğine atayıp ondan bu isyan hareketini önlemesini istedi.
� Ziyad, Müslim bin Âkil ve etrafındakileri katletti.
� Bu olaylardan habersiz olarak Hz. Hüseyin; ailesi, akrabaları ve taraftarlarıyla Kûfe'ye doğru hareket etti.
� Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Abbas gibi bazı kişiler Hz. Hüseyin'in gitmesini engellemeye çalışarak Kûfe halkının sözüne güvenilmeyeceğini söylediler.
� Fakat başarılı olamadılar.
� Fakat, Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Abbas, şehirde bulunanların tamamının biat ettiğini görünce Yezid'in halifeliğini tanıdıklarını açıkladır.
� Hz. Hüseyin yolda Müslim bin Âkil ve arkadaşlarının öldürüldüğünü öğrendiğinde geri dönmek istedi.
� Müslim bin Âkil'in çocukları geri dönmeyi kabul etmedikleri için bu görüşünden vazgeçti.
� Bunun üzerine Hz. Hüseyin ve beraberindekiler yola devam ederek Irak bölgesindeki Kerbela denilen yere geldiler.
� Ubeydullah bin Ziyad, Ömer bin Sa'd'ı Hz. Hüseyin'in üzerine gönderdi.
� Hz. Hüseyin ve yanındakiler kuşatma altına alındı.
� Uzun bir süre aç ve susuz bırakılan ehlibeyt ve taraftarlarına savaş açıldı.
� Irak ordusu ile sayısı 80'i aşmayan bir grup arasında yapılan çarpışmada Hz. Hüseyin ve yanındakilerden 72 kişi şehit oldu.
� 10 Muharrem H. 61'deki (10 Ekim 680) bu katliamdan Hz. Hüseyin'in çocuklarından pek azı kurtulabildi.
� Bunlar esir alınarak valiye getirildi. Vali de bunları Yezid'e gönderdi.
� Yezid bu esirleri birkaç gün sonra bir kafile ile Medine'ye ulaştırdı.
� İslam tarihinin en acı veren olaylarından olan Kerbela faciası tüm Müslümanları çok üzmüştür.
� Ayrıca bazı siyasi olayları harekete geçirmiş, Şiiliğin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.
2.3. Abdullah bin Zübeyr Olayı ve Hilafet Mücadelesi
� Abdullah bin Zübeyr, önde gelen sahabelerden Zübeyr bin Avvam'ın oğludur.
� O, Hz. Muaviye'ye biat etmediği gibi daha sonra Yezid'e de biat etmedi.
� Hz.Hüseyin'in şehadetiyle birlikte Emevilere muhalefetin en önemli ismi oldu.
� İlk başlarda Abdullah bin Zübeyr, Yezid'e karşı bir harekette bulunmayarak olayların seyrini takip etti.
� Onun bu tutumundan Yezid rahatsız oldu.
� Çünkü Abdullah bin Zübeyr, Yezid'in muhalifleri tarafından zayıflatılmasını bekliyordu.
� Yezid, Harre olayı'ndan sonra Müslim bin Ukbe komutasında bir orduyu Mekke'ye gönderdi.
� Yolda bu komutanın ölmesi üzerine Husayn bin Nümeyr onun yerine tayin edildi.
� Onun komutasında Mekke kuşatıldı (24 Eylül 683).
� İki ay kadar devam eden kuşatma Yezid'in ölümüyle birlikte kaldırıldı.
� Yezid'in ölümüyle Emevilerde iktidar boşluğu meydana geldi.
� Bu durumdan istifade eden Abdullah bin Zübeyr, "Emirü'l-müminin" unvanıyla halife olduğunu ilan etti.
� Suriye'de önce Yezid'in oğlu Hz. Muaviye'ye, onun iki ay sonra ölmesiyle Mervan bin Hakem'e biat edildi.
� Mervan bin Hakem, iki halifenin üst üste ölmesiyle doğan otorite boşluğunu kısa sürede ortadan kaldırarak çeşitli bölgelerde halkın Abdullah bin Zübeyr'e olan bağlılığını sona erdirdi.
� Mervan öldükten sonra (685) yerine oğlu Abdülmelik halife oldu.
� Bu zaman zarfında Hicaz ve doğu bölgeleri Abdullah bin Zübeyr'in; Suriye, Filistin ve Mısır bölgeleriyse Abdülmelik'in hâkimiyeti altındaydı.
� Bu arada daha önce Mekke Kuşatması sırasında Abdullah bin Zübeyr'i destekleyen Hariciler ondan ayrılarak Basra'yı işgal ettiler.
� Her iki taraf açısından da Muhtar es-Sakafi büyük tehlikeydi.
� Sakafi, Ekim 685'te Abdülmelik'e isyan ederek onun askerlerini yendi.
� Daha sonra Muhtar es-Sakafi, doğu eyaletlerini ele geçirdi ve buraların valiliğini Abdullah bin Zübeyr'den istedi.
� Abdullah ise kardeşi Mus'ab'ı Basra valisi yaparak Muhtar ile mücadele etmesini istedi.
� 687 yılında Muhtar es-Sakafi'nin, Mus'ab tarafından öldürülmesiyle doğu eyaletleri tekrar Abdullah bin Zübeyr'in hâkimiyetine girdi. Abdülmelik ile Abdullah bin Zübeyr arasındaki mücadele uzun süre devam etti.
� Abdülmelik 692 yılında Mus'ab üzerine tekrar bir saldırı düzenledi.
� Bu savaşta Mus'ab öldü.
� Böylece doğu eyaletleri tekrar Abdülmelik'in hâkimiyetine girdi.
� Abdullah bin Zübeyr'in hâkimiyeti sadece Hicaz bölgesinde devam etti.
� Abdülmelik vakit kaybetmeden Haccac bin Yusuf es-Sakafi'yi iki bin kişilik bir orduyla Mekke üzerine gönderdi (Ocak 692).
� Haccac, beş bin kişilik destek gücü alarak Mekke'ye saldırdı.
� Kuşatma uzayınca Abdullah bin Zübeyr ve taraftarları yiyecek sıkıntısıyla karşılaştı.
� Bunun üzerine Haccac, teslim olanlara eman vererek Abdullah bin Zübeyr'in çevresini iyice daralttı.
� Fakat o, az sayıdaki askeriyle beraber çarpışarak şehid edildi (1 Ekim 692).
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Arif ARSLANER

3. FETİHLER VE İSLAM COĞRAFYASININ GENİŞLEMESİ
� Hz. Osman'ın hilafetinin ilk dönemine kadar devam eden fetih hareketleri Hz. Muaviye zamanına kadar durakladı.
� Hz. Muaviye iç istikrarı sağladıktan sonra yeniden fetihlere başladı.
� Onun fetihlerinin üç bölgede yoğunlaştığı görülür.
� Bunlar Suriye, Irak ve Mısır bölgeleridir.
� Suriye orduları, Bizans hâkimiyeti altında bulunan Anadolu ve Ermenistan topraklarında savaştı.
� Irak orduları, Horasan, Maveraünnehir ve Sint (bugünkü Pakistan) bölgesinde savaştı.
� Mısır orduları ise Kuzey Afrika topraklarında savaştı.
� Hz. Muaviye zamanında, Anadolu'ya yaz ve kış olmak üzere iki sefer düzenleniyordu.
� Asıl maksat Bizans'ın başşehri olan İstanbul'u ele geçirmekti.
� Bu süreçte Müslüman donanması Tarsus, Rodos Adası ve İzmir'i ele geçirdi (672).
� Hz. Muaviye zamanındaki bir diğer fetih hareketi, idarî bakımından Basra'ya bağlı olan Horasan ve Sint bölgesinde gerçekleşti. Sicistan'da bulunan şehirleri alan birlikler Kâbil'i ele geçirdi.
� Hindistan'ın bir kısmı vergiye bağlandı. Horasan'ın bir bölümü, Toharistan ve Kuhistan fethedildi.
� Ceyhun'u geçen kuvvetler, Buhara ve Semerkant'ı aldılar.
� Daha önce başlayan Afrika'daki fetihler Hz. Muaviye
� Dönemi'nde de devam etti.
� Ukbe bin Nafi komutasında Afrika'da önemli yerler ele geçirildi.
� Ukbe tarafından Kayrevan şehri inşa edilerek burada askerî bir garnizon kuruldu.
� Ukbe bin Nafi'nin başarılı yönetimiyle Afrika'da bulunan Berberiler arasında İslam yayıldı.
� Berberiler Kayrevan'a yerleştiler. Zaman içinde bölgede İslam hâkimiyeti güçlendi.
� Abdülmelik bin Mervan zamanında Horasan, Bizans toprakları ve Kuzey Afrika'da Müslümanlara karşı eski toprak sahipleri ayaklandılar. Fakat Abdülmelik iç istikrarı sağladıktan sonra bu bölgelerde İslam hâkimiyetini yeniden tesis etti.
� O, Hz. Muaviye Dönemi'nde başlayan Anadolu seferlerini sürdürdü.
� Bizans'a bağlı Ermeniye'yi İslam topraklarına kattı.
� Abdülmelik, oğlu Velid'e Atlas Okyanusu'ndan Ceyhun Nehri'ne kadar geniş topraklara sahip güçlü bir devlet bıraktı.
� Böylece en parlak fetih hareketleri yapan Velid için zemin hazırlanmış oldu.
� İslam coğrafyası Velid zamanında en geniş sınırlara ulaşmıştır.
� Emevilerde, Halife Velid dönemi; önemli fetihlerin en çok yapıldığı dönem olması hasebiyle anlatım biraz uzun tutulmuştur.
� Velid Dönemi'nde de doğu illeri genel valisi olan Haccac'ın emriyle Kuteybe bin Müslim 705 yılında Horasan eyaletine vali olarak atandı. Kuteybe, Arap- Türk sınırı kabul edilen Ceyhun Nehri'ni aşarak Maveraünnehir'e girip Belh ile birlikte Toharistan'ı ele geçirdi (705). Daha sonra Buhara, Beykent ve Semerkant gibi Türk illerinde hâkimiyet kurdu.
� Kuteybe, 713- 715 yılları arasında Türkistan'da fetih hareketleri yaptı. Fergana ve Kaşgar'ı fethetti.
� Fakat burada kesin bir sonuç elde edemedi.
� Türkistan'da çok uzun süren Türk-Arap mücadelesinde Türkler, yurtlarını Arap-lara karşı savundular.
� Bu bölgedeki Türkler, Müslüman oldukları hâlde ağır vergi ödemek zorunda bırakıldı.
� Emevilerin bu uygulamaları hem bölgedeki fetihlerin kalıcı olmamasına hem de Türklerin İslam'a girişinin yavaşlamasına sebep oldu.
� Velid Dönemi'nin önemli seferlerinden biri de Hindistan bölgesinde gerçekleşti.
� Muhammed bin Kasım büyük bir orduyla güneye doğru hareket etti.
� Kasım, Mukran'ı hâkimiyeti altına alarak Belücistan içlerine doğru ilerledi.
� 711-712 yıllarında Sint'i ve İndus Nehri'nin aşağı kısımlarını fethetti.
� Daha sonra bölgenin eski bir liman şehri olan Deybül (Bugünkü Karaçi) fethedildi.
� Halkı zimmi statüsünde kabul edilerek serbest bırakıldı.
� Böylece İslam, Hint bölgesine girmiş oldu.
� Velid Dönemi'nde de Kuzey Afrika ve İspanya bölgesinde önemli fetihler yapıldı.
� Velid, Kuzey Afrika valiliğine Musa bin Nusayr'ı atadı.
� Kudretli bir askerî lider olan Musa, birlikleri ile Tanca'ya kadar ulaştı ve orayı fethetti.
� Tarık bin Ziyad 711 yılında daha sonra kendi adıyla anılacak olan Cebelitarık Boğazı'nı aşarak İspanya'ya geçti.
� Ertesi yıl Musa bin Nusayr da İspanya'ya geldi.
� Her iki komutan İspanya'da büyük fetihler yaptılar.
� Bu fetihler neticesinde İslam dünyasının sınırları Türkistan'dan Fransa içlerine, Anadolu'dan Hindistan sınırlarına kadar genişlemiştir.
� Velid'in yerine geçen Süleyman bin Abdülmelik Dönemi'nin en önemli fetih girişimi İstanbul'un tekrar kuşatılmasıdır.
� Çanakkale Boğazı'nı geçerek İstanbul'a kadar gelen Müslüman ordusu denizden ve karadan İstanbul'u kuşatmasına rağmen başarılı olamadı.
� Süleyman bin Abdülmelik'ten sonra halife olan Ömer bin Abdülaziz Dönemi'nde, fetih hareketlerinde duraklama olmuş devletin işleyişiyle ilgili düzenlemelere ağırlık verilmiştir.
� O, İslam'ın Müslüman olmayanlar arasında, barış ortamında ve tebliğ yoluyla yayılmasını arzu ediyordu.
� Kendinden önceki idareciler tarafından mevaliden alınan haracı kaldıracağını ilan etti.
� Onun bu yaklaşımı Kuzey Afrika'daki Berberiler ve Maveraünnehir'de yaşayanlar arasında İslam'ın hızla yayılmasını sağlamıştır.
� Halife Hişam zamanında da fetih hareketleri devam etti.
� Hişam'ın tayin ettiği Maveraünnehir Valisi Nasr bin Seyyar, daha önce Kuteybe bin Müslim tarafından fethedilen toprakların çoğunu tekrar fethetti.
� Ermenistan Valisi Cerrah bin Abdullah Hazarlarla savaştı.
� Fakat Hazarların hazırlıklı olmaları ve komşularından da yardım görmeleri sebebiyle başarılı olamadı.
� 732 yılına kadar Hazarlarla yapılan savaşlarda Hazarlara karşı tam bir hâkimiyet kurulamamıştı.
� Hişam'ın amcasının oğlu Mervan bin Muhammed ile hâkimiyet sağlandı.
� Mervan bin Muhammed Kafkasya'da pek çok yeri ele geçirdi.
� Hişam, 730 yılında Endülüs valiliğine Abdurrahman el-Gafiki'yi getirdi.
� Gafiki, önce Berberi İsyanını bastırdı, sonra Fransa'ya karşı harekete geçti.
� Preneleri aşarak, kuzeye doğru hareket etti.
� Ancak Müslümanlarla Charles Martel'in emrindeki Frank kuvvetleri arasında yapılan Balatüşşüheda (Puvatya) Savaşı'nda Müslümanlar yenildi ve Abdurrahman el-Gafiki şehit oldu (732).
� Emeviler döneminde İslam ülkesinin sınırları Batı'da Atlas Okyanusu, Doğu'da Çin kıyıları ile ve Afganistan, Kuzey'de kısmen küçük Asya ve İspanya'ya kadar genişlemiştir.
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Arif ARSLANER

4. ÖMER B. ABDÜLAZİZ DÖNEMİ VE İSLAM'IN HIZLI YAYILIŞ SÜRECİ
� Ömer b. Abdülaziz iş başına gelince, devletin toplumsal temellerini sağlamlaştırmaya ve tabanda meydana gelen bölünmüşlükleri gidermeye yönelik çalışmalar yaptı.
� Toplumda birçok huzursuzluğa sebebiyet veren Haricîler, Ömer b. Abdülaziz zamanında Irak, Arabistan ve Kuzey Afrika'daki faaliyetlerini durdurarak, kendisine halife olarak biat ettiler.
� Hz. Muaviye b. Ebi Süfyan döneminden itibaren başlayan, hutbelerde; Hz. Ali ve evladına hakaret, Ömer b. Abdülaziz tarafından kaldırılmış ve onun yerine, Nahl suresi 90. ayetinin okunması uygulanması getirilmiştir.
� Ömer b. Abdülaziz, bunların dışında zimmîlerin durumunda da iyileştirmeler yaptı.
� Ömer b. Abdülaziz, iş başına gelir gelmez halk tarafından sevilmeyen, keyfi uygulamalar yapan ve halka zulmeden yöneticileri, görevden alarak yerlerine yenilerini tayin etti.
� Yeni atanan yöneticilerin âlim ve salih kişilerden olmasına dikkat edildi.
� Bu dönemde, daha önce Emevi devlet başkanları tarafından el konulan, Hıristiyanlara ve Musevilere ait ibadethaneler kendilerine iade edildi.
� Ömer b. Abdülaziz döneminde, fetihler bir noktada durduruldu, İstanbul'u muhasara eden Mesleme b. Abdülmelik'in ordusu geri çağırıldı.
� Bununla beraber sınırların korunması ve Bizans'a saldırı fırsatı verilmemesi için geleneksel yaz ve kış seferleri devam ettirildi.
� Pireneleri aşıp Güney Fransa içlerinde ilerleyen ordular, Touluse-Tulus şehrine kadar ulaştı.
� Özellikle İslam egemenliğini kabul eden gayr'imüslim kesimler arasında, İslam'ın barış ortamında ve tebliğ usulü ile yayılmasına gayret edildi.
� Ömer b. Abdülaziz, Müslüman olmaları halinde, kendilerinden haraç alınmayacağını belirterek, Kuzey Afrika'da Berberiler ve Maveraünnehir bölgesindeki kavimler arasında, İslamiyet'in hızla yayılmasını temin etmiştir.
� Hindistan hükümdarlarından birkaçı, onun davetine uyup tebaasıyla birlikte Müslüman oldular.
� Ayrıca Müslüman olmalarına rağmen, kendilerine ikinci sınıf insan muamelesi yapılan, Yusuf b. Haccac'la birlikte kendilerinden haraç alınan ve devletten memnun olmayan unsurların durumu da iyileştirilmiş oldu.
� Bütün valilere hangi ırk ve milletten olursa olsun, Müslüman olanların eşit olduğunu ve kendilerinden haksız olarak vergi alınmamasını bildirdi. Ömer b. Abdülaziz'in ortaya koymuş olduğu bu icraatlar, çok geçmeden meyvelerini vermeye başladı.
� Genel olarak Müslümanlar arasında, bir barış havası hâkim oldu ve gayrımüslimler arasında da ihtida hareketleri çoğaldı.
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Arif ARSLANER

5. EMEVİLER DÖNEMİ DİĞER ÖNEMLİ OLAYLAR
� Emeviler siyasi olaylarının yanında önemli fikrî ve askerî gelişmelerin de yaşandığı bir devlettir.
� Hilafetin saltanata dönüşmesine tepkiler, siyasi olduğu kadar fikrî ve askerî sahada da kendini göstermiştir.
� Hz. Ali ve onun evladının mücadelesini destekleyenler ile onlara taraftar olanlar hem fikrî hem de siyasi oluşumlar meydana getirmişlerdir.
� Siyasi alanda yapılan mücadeleler ile bir sonuca ulaşılamaması, daha sonra fikrî ve askerî planda mücadele sürecini başlatmıştır.
� İleride itikadî bir bünyeye bürünecek olan akımlar ortaya çıkmaya başlamıştır.
� Bunların en başta gelen ve etkin olanı Şia denilen gruptur. Şia'nın esasta savunduğu fikir, hilafetin veya imametin Hz. Ali'nin hakkı olduğunu iddia etmeleridir.
� Şia bu konuda mücadelesini itikadî bir merkeze oturtarak İslam dünyasında geniş bir coğrafyada büyük kitlelere varan taraftarlar oluşturmuştur.
� Bugün Şii nüfusun en çok yaşadığı ülke İran'dır.
� Diğer taraftan Körfez ülkeleri, Pakistan, Hindistan, Irak ve Yemen gibi ülkelerde de azımsanamayacak kadar Şii inancına mensup insanlar yaşamaktadır.
� Günümüzde Şia'yı temsil eden iki büyük grup vardır.
� Bunlar; Zeydiyye ve İsnâaşeriyye'dir.
� Bunlar, günümüze kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir.
� Ayrıca Şia içerisinde Gulat-ı Şia denilen başkaca oluşumlar da yer alır.
� Emeviler döneminde söz edilmesi gereken inanç ve isyan hareketlerinden bir başkası da Haricilerdir.
� Haricilerin ortaya çıkışı Hz. Ali dönem'inde; Muaviye b. Ebi Süfyan ile yapılan Sıffin savaşına kadar dayanır.
� Amr b. el-As, askerlere mızrakların ucuna Kur'an sayfalarını taktırıp "Kitabullah'ın hükmünü istiyoruz." diye bağırmalarını tavsiye etmişti.
� Amr'ın yaptığı bu hareket bir taktik idi.
� Hz. Ali bunun bir hile olduğunu anlamıştı.
� Ancak ordusunun ön saflarında çarpışan askerleri buna kanarak savaşmaktan vazgeçtiler.
� Bunların büyük bir bölümü daha sonra Harici ismini alacak olan askerler idi.
� Hz. Ali ile aralarında sonu savaşlara kadar varabilecek, büyük bir ihtilaf oluştu.
� Öyle ki bu ihtilaf, Hz. Ali'ye bir suikast düzenlenerek şehit edilmesine kadar vardırıldı.
� Hariciler, Hz. Ali'ye karşı giriştikleri mücadelenin yanında, Emevilerle de mücadeleye girişmişlerdir.
� Emevilere karşı düşmanlıkları daha şiddetli ve derin olmuştur.
� Onlarla yaptıkları mücadelelerde zaman zaman üstünlük ve nüfuz sağlamışlardır.
� Irak Haricileri, Kirman ve İran'ı istila edip Basra'yı tehdit etmeye muvaffak olmuşlar, ancak karşılarına Mühelleb b. Ebî Sufra çıktığı için mücadele uzamıştır.
� Kendi aralarında ihtilaf ortaya çıkmasaydı başarılı da olabilirlerdi.
� Hz. Muaviye b. Ebi Sufyan, mücadelesini Hariciler üzerinde yoğunlaştırmıştır.
� Hariciler, önceleri Hz. Ali'nin askerleri idi.
� Bu da Hz. Hz. Muaviye'yi onlarla mücadeleye sevk eden önemli bir etken olmuştur.
� Hariciler ise Hz. Hz. Muaviye'yi Şam'da krallar gibi yaşayan, saraylarda oturan, muhafız edinen gâsıp olarak görüyorlar ve onunla savaşmanın caiz olduğuna inanıyorlardı.
� Hz. Hz. Muaviye döneminde başlayan isyanların ardı arkası kesilmedi.
� Hatta isyanlar Kuzey Afrika'ya da sıçradı. Burada 720 yılında başlayan Harici isyanları yirmi yıl sonra yaygınlaştı ve bölgede tehlikeli bir hale geldi.
� Harici isyanları neredeyse Emevilerin yıkılışına kadar devam etti.
� Ancak Ömer b. Abdülaziz'e biat ederek kısa bir müddet isyan etmekten geri durmuşlardır.
� Hariciler, zaman içinde çeşitli kollara ayrılmıştır.
� Bunlar Ezârika, Necedât, İbadiyye, Acâride, Sufriyye ve Şebibiyye olarak bilinir.
� Haricilerin kayda değer fikrî bir altyapısı yoktur.
� Onları kolayca savaşmaya ve kan dökmeye iten neden içinden çıktıkları sosyal yapıdır.
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Arif ARSLANER

5.1. Mevali
� Arap olmayan Müslümanlar için kullanılan bu terim, ilk İslam fetihlerinin ardından ortaya çıkmıştır.
� Doğuda İranlılar ve Türkler, Kuzey Afrika'da Berberîler, Mısır'da ise Kıptîlerden Müslüman olanları ifade eder.
� Mevali, İslamiyet'i kabul etmekle hukuken Müslüman Araplarla eşit hale gelmiştir.
� Hz. Peygamber, Müslümanlardan Arap olanlarla köle iken azat edilmişler arasında bir ayırım gözetmemiş, bu uygulama dört halife döneminde de devam etmiştir.
� Hz. Ömer, maaş sistemini kurarken mevaliyi kendilerini azat eden eski efendileriyle aynı seviyede tutmuş, Hz. Ali de maaş ve ganimet dağıtımında, Araplar'a ve mevaliye eşit pay ayırmıştır.
� Ancak zamanla Araplar, kendilerini diğer Müslüman milletlerden üstün görmeye başladılar.
� Bu düşüncenin sahipleri, azatlı mevaliyi kölelikten gelmeleri sebebiyle kendilerine denk tutmadıkları gibi, aslen hür olan Arap olmayan Müslümanları da azatlı mevali statüsünde kabul ediyorlardı.
� Ülkelerini fethettikleri halde onları köleleştirmeyip serbest bırakmak ve hidayetlerine vesile olmakla, büyük lütufta bulunduklarını düşünüyorlar; kendilerini efendi, onları köle gibi görüyorlardı.
� Arapların bu yaklaşımı, bir süre sonra özellikle devletlerini yıktıkları İran asıllı mevalinin asabiyet duygularını harekete geçirdi.
� Emeviler dönemine girildiğinde, İslamiyet'in ilkelerini yeterince algılayamamış olan ve Arap ırkçılığının tesirinde kalan bazı çevrelerde, mevaliyi hakir gören bu bakış kökleşmiş bulunuyordu.
� İktidarda bulunan Emevi yöneticilerinin çoğu, Müslümanların eşitliği ilkesini bir yana bırakarak mevali ile Araplar arasında ayırım yapmıştır.
� Mevaliye bazı vergiler yüklemiş ve fetihlere katıldıkları halde, onları askerî maaş divanına kaydetmemiştir.
� Haccâc, İslam'a girenlerden kaldırılması gereken cizye vergisini, mevaliden almaya devam etmiş ancak bu uygulama Ömer b. Abdülazîz tarafından kaldırılmıştır.
� Emeviler, mevaliye ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmıştır.
� Bu durum, Araplarla mevali arasındaki kırılmayı derinleştirmiştir.
� Kendilerine yapılan muamelelerden sonra, Emeviler'i İslam hâkimiyetinin değil, Arap sultasının temsilcisi olarak görmeye başladılar. Hz. Muaviye'nin halifeliği saltanata çevirmesi, Yezid'in Kerbelâ katliamı, bazı halifelerin İslam ve ahlâk dışı davranışları, mevalinin Emeviler'e karşı tavrını sertleştirmesine sebep oldu.
� Mevalinin, Emevi yönetimine muhalif tutumu; Abbasi ihtilal hareketine yaptığı büyük yardımla Emeviler'in yıkılışında önemli rol oynamıştır.
� Emeviler devrinde siyasi, idari ve askerî görevlerin büyük bir bölümü Araplara verildi.
� Ancak bununla birlikte, bazı mevaliye valilik yanında hâciblik, muhafızlık, beytülmal eminliği gibi devlet işlerinde önemli görevler de verilmiştir.
� Mevali ilmî sahada kendini göstermiştir. Bundan dolayı imamlık ve kadılık gibi görevlere de getirildikleri görülmüştür.
� Mâverâünnehir bölgesinde çok sayıda İran asıllı, Kuzey Afrika ve İspanya fetihlerinde ise Berberî asıllı mevali orduya katılmıştır.
� Endülüs Fâtihi Târık b. Ziyâd'ın ordusunun çoğunluğunu Berberî mevali oluşturmuştur.
� Emeviler zamanında, başta Mûsâ b. Nusayr ve Târık b. Ziyâd olmak üzere azatlılar arasından meşhur kumandanlar çıkmıştır.
� Mevalinin, Mısır ve Kuzey Afrika'da askerlik divanına kaydedildiği, Irak ve Horasan'da ise kayıtlı olmadığı belirtilmektedir.
� Mevali, Abbâsîler devrinde Araplar'la eşit haklar elde etmişlerdir.
� İhtilalın gerçekleşmesinde rol oynayan Horasanlı Ebu Müslim, vezirlik gibi yüksek idari bir göreve getirilmiştir.
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Arif ARSLANER

5.2. Diğer İç Sorunlar
� Emevi yönetiminin önemli iç sorunlarından biri de kabilecilik anlayışının iktidara yansımasıdır.
� Araplarda kabilecilik anlayışı uzun bir geçmişe sahipti.
� Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında ortadan kaldırılan bu anlayış, Emeviler zamanında tekrar kendini gösterdi.
� Emevi halifelerinin Süfyani kolu, iktidarlarını büyük oranda Yemen asıllı Kelp kabilesine dayandırmışlardı.
� Mervan bin Hakem Dönemi'nde Kelp ile kuzey Araplarına mensup Kays kabilesi arasında ciddi çatışmalar başladı.
� İktidar değişikliklerinde bir kabile ön plana çıkarılırken diğeri göz ardı ediliyordu.
� Bu da iki kabile arasında devamlı çatışmalara neden olmuştur.
� Halifelerin bir kabileyi destekleyerek muhalifini mağdur etmesi, birlik içinde bir devlet olmaktan çok, belli bir zümrenin başkanı görüntüsünü vermiştir.
� Ömer bin Abdülaziz, kabilecilik anlayışını yıkarak bütün Müslümanları kuşatan "tek toplum" (ümmet) anlayışını hâkim kılmaya çalışmıştı.
� Fakat bu anlayış diğer halifeler tarafından kabul görmedi.
� İki kabile arasındaki çatışmalar zaman içinde Endülüs'e de sıçradı ve Müslümanların Fransa içlerinde ilerlemelerinin durmasında ve hilafetin güç kaybetmesinde en önemli etkenlerden biri oldu.
� Emeviler Dönemi'nde diğer bir iç sorun, Hz. Ali çocukları ve taraftarlarının Emevilerin halifeliğini kabul etmeyerek zaman zaman isyan etmeleridir.
� Hz. Muaviye'nin vefatı ile birlikte Hz. Hüseyin, Yezid'e biat etmeyerek halifeliğin Yezid'in hakkı olmadığını savundu ve bu yolda şehit oldu.
� Hz. Ali'nin çocuklarının halifeliğe layık olduğunu öne süren Muhtar bin Ebu Ubeyd es-Sakafi, Yezid'e itaat etmeyerek Emevilere isyan etti. Bir ara büyük güç kazanan Muhtar; Kûfe, Azerbaycan, İsfahan ve Musul gibi bölgeleri ele geçirdi.
� Fakat diğer rakibi olan Abdullah bin Zübeyr'in askerleri tarafından öldürüldü.
� Hz. Hüseyin'in torunu Zeyd bin Ali, Hişam Dönemi'nde isyan etti ve öldürüldü (740).
� Onun oğlu Yahya bin Zeyd de ayaklandı, fakat babasıyla aynı kaderi paylaştı (743).
� Daha sonra isyan eden Cafer bin Ebi Talip'in torunlarından Abdullah bin Hz. Muaviye de öldürüldü (746).
� Hariciler denen diğer bir siyasi grup da Emevilere karşı ayaklandı. Hariciler, Hz. Ali Dönemi'nde Ali ve Hz. Muaviye'ye cephe alarak Hz. Ali'yi şehit ettiler.
� Onlar siyasi olarak her iki grubu da reddediyordu.
� Genellikle bedevi kökenli olan bu grup, halifeliğin Kureyş'e ait olduğu anlayışını kabul etmedi.
� Onlara göre Emevi halifeleri seçimle başa gelmediği için iktidarları meşru değildir.
� Emevi halifeleri tarafından sert tedbirlerle önleri kesilmeye çalışılan Hariciler güç buldukça ayaklanmaya devam ettiler.
� Hariciler sorunu, Ömer bin Abdülaziz Dönemi'nde barışçı bir yolla çözüldü.
� O, her gruba karşı anlayış ve hoşgörü ile yaklaştı.
� Ömer bin Abdülaziz, Harici fikrini savunan insanları da dinledi ve kendilerine değer verdi.
� Bu nedenle Hariciler ona biat ettiler.
� Emevilerin son dönemlerine kadar çok etkili olmadan süren Harici tehlikesi, Kuzey Afrika'ya sıçrayarak burada 740 yılından sonra çok tehlikeli bir hâl aldı.
� Emevileri meşgul eden isyancılardan biri de Abdurrahman bin Muhammed el-Eşas'tır.
� Abdurrahman pek çok yerde başarılı savaşlar yaptığı için Sicistan valiliğine atandı.
� Haccac'ın sert yaklaşımlarından rahatsızlık duyan Abdurrahman el-Eşas, önce Haccac'a karşı ayaklandı.
� Bir süre sonra Emevi yönetimine karşı ayaklanarak halifeliğini ilan etti.
� Askerleri kendisine biat etti.
� Ayrıca Haccac'ın zulmünden bunalan mevaliden de büyük destek aldı.
� 701 yılında Haccac bu isyan hareketine karşı galip geldi ve Eşas bir daha kendini toparlayamadı.
� Bu eski Emevi komutanları dışında Yezid bin Mühellep ve başkaları da isyan etmiş, fakat Emeviler tarafından bu hareketler etkisiz hâle getirilmiştir.
� Emeviler Dönemi'nde diğer bir iç sorun da hilafetle ilgilidir.
� Hz. Muaviye'den itibaren istişareye dayanmadan iktidara gelmek kurumsallaşmıştı.
� Fakat bir halife öldükten sonra onun yerine kimin geçeceği problem olmuştur.
� İktidarı elinde bulunduran halifelere karşı da isyan hareketleri olmuştur.
� II. Velid, amcasının oğlu III. Yezid bin Velid'in liderliğindeki bir isyan sonucu öldürüldü.
� III. Yezid'in yerine geçen İbrahim bin Velid, Azerbaycan Valisi Mervan bin Muhammed tarafından tahtından indirildi.
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Arif ARSLANER

5.3. Dış İlişkiler
� Emevilerin iktidar oldukları dönemde Sasani İmparatorluğu yıkılmış, bu devletin toprakları Müslümanların egemenliğine girmişti.
� Buna bağlı olarak Dört Halife Dönemi'nde başlayan Türk dünyası ve Berberîler ile ilişkiler, Emeviler Dönemi'nde yeni bir safhaya ulaşmış ve bu iki sosyal grubun çoğu Müslüman olmuştur.
� Fakat Emevilerin mevaliye karşı sergilediği yanlış tutum ve davranışlar sebebiyle bu gruplarla sıcak ilişkiler kurulamamıştır.
� Bu dönemde İslamiyet, Maveraünnehir, Sint ve İspanya'ya kadar uzanmış, ülkenin sınırları Fransa içlerine, Kafkaslara ve Hindistan'a kadar genişlemiştir.
� Bu genişlemede fetih hareketlerinin yanı sıra Ömer bin Abdülaziz'in mevali-Arap ayrımı yapmaması, İslam'ın tebliği için büyük gayret sarf etmesi, İslam'ın, Kuzey Afrika'da Berberîler, Orta Asya'da da Türkler arasında hızla yayılmasına neden olmuştur.
� Türkler ve Berberîler daha sonra İslam'ın yayılması ve İslam medeniyetinin teşekkülüne önemli katkılar sağlamışlardır.
� Anadolu'ya Hz. Muaviye zamanında, 663 yılından itibaren her yıl seferler düzenlendi.
� 668 yılından itibaren Bizans'ın başkenti İstanbul, üç defa kuşatıldı.
� Fakat bir sonuç elde edilemedi.
� Abdulmelik bin Mervan 685 yılında iç karışıklıklarla uğraşmak zorunda kaldı.
� Bu durumdan yararlanmak isteyen Bizanslılar, Emevi topraklarına karşı saldırıya geçtiler.
� Bu hareketi durdurmak için Mervan, Bizanslılara bir müddet vergi vermek zorunda kaldı.
� Abdülmelik bu vergiyi kendi bastırdığı paralarla ödemek isteyince barış sona erdi ve yeniden Bizanslılar ile çatışmalar başladı (695).
� Müslümanlar bu dönemden itibaren Bizanslılar karşısında fetihlere devam ettiler.
� 703 yılında Müslümanlar- Doğu Anadolu Bölgesi'ne girdiler.
� Bizans, 711- 717 yıllarında iç kargaşa ve ihtilallerle sarsılıyordu.
� Bu durumdan faydalanmayı bilen Müslümanlar, Kuzey Afrika'da Bizans egemenliğine son verdikleri gibi İspanya'yı fethetmeyi de başardılar.
� 715 yılında İstanbul tekrar kuşatıldı.
� Kuşatma esnasında Süleyman'ın ölümüyle tahta geçen Ömer bin Abdülaziz'in çağrısıyla ordu geri döndü.
� Müslümanlar tarafından beşinci Raşid halife kabul edilen Ömer bin Abdülaziz Dönemi'nde Bizans'a karşı bir harekât yapılmamıştır. Daha sonraki dönemlerde Bizans'a karşı seferler azalarak devam etti.
� Her yıl Anadolu'ya yapılan seferler, 740'ta Afyonkarahisar'da Müslümanların yenilmesiyle nihayet bulmuştur.
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Arif ARSLANER

6. EMEVİLERİN YIKILIŞI
� Emevi Devleti, Abbasilerin 718'de başlayıp otuz yıl süren kararlı muhalefeti sonucunda 750 yılında yıkıldı.
� Bu devletin yıkılmasını bazı gelişmeler hızlandırmıştır.
� Yezid'den itibaren bazı halifelerin zevk ve eğlenceye dayalı bir hayat yaşamaları halkın bundan rahatsızlık duymasına sebep oldu. İktidara muhalif olan gruplar bu ortamı çok iyi kullanarak halkı Emevilere karşı kışkırttılar.
� Özellikle Abbasiler, yıkılış sürecinde Emevilerin bu zayıf yönünü çok iyi kullandılar.
� Dolayısıyla halkın Emevilere olan bağlılıkları zaman içinde zayıfladı.
� Mevaliye ikinci sınıf insan muamelesi yapılarak onlardan haraç alınması büyük rahatsızlık yaratmıştır.
� Bu nedenle Emevilerin zayıf dönemlerinde bu insanlar isyan hareketlerine destek verdiler.
� 747'de Ebu Müslim, Horasan'daki mevali ve diğer insanları arkasına alarak isyan etti.
� Kısa zamanda Horasan'ın hâkimiyetinini ele geçirerek Abbasilerin Kûfe'ye girmeleri için zemin hazırladılar.
� Genellikle Emevilerin ilme uzak durmaları da aleyhlerine sonuçlar doğurmuştur.
� İktidar tarafından dışlanan mevali, kendini ilimle ifade etme yolunu tuttu.
� Bunlardan bazıları muhalif hareketlerin beyin gücünü oluşturdular ve isyan hareketlerine katıldılar.
� Hilafet makamını elde etmek için yapılan savaşlar da Emevilerin güç kaybetmelerine sebep oldu.
� Son Emevi halifesi Mervan bin Muhammed, aynı zamanda pek çok yerde meydana gelen isyan hareketlerini bastırmaya çalışırken Abbasiler tarafından başlatılan harekete karşı koyamadı.
� Abbasiler, isyan hareketinin başına Ebu Müslim'i geçirdiler.
� 747'de harekete geçen Ebu Müslim, Emevi ordusunu yenerek Irak'ı aldı ve 749'da Kûfe'yi ele geçirdi.
� Bu olaydan sonra Abbasilerden Ebu'l-Abbas halife ilan edildi.
� Abbas ailesi ve taraftarları ülkenin tamamında yönetimi ele geçirdiler.
� Emevi Halifesi Mervan bin Muhammed, Abbasi ordusuyla Zap Suyu kenarında yaptığı savaşı kaybederek Suriye üzerinden Mısır'a kaçtı. Fakat Abbasiler peşini bırakmayarak onu öldürdüler (750).
� Böylece doğudaki Emevi Hanedanlığı sona erdi.
Emevilerin yıkılmasına zemin hazırlayan önemli olaylar şunlardır:
� Kabilecilik anlayışının yönetime yansıması
� Haricilerin muhalefeti
� Hz. Ali taraftarlarının muhalefeti
� Yönetimi ele geçirme mücadeleleleri
� Mevaliye iyi davranılmayarak onlardan vergi alınması
� Abdullah bin Zübeyr gibi önde gelen insanların yönetime karşı ayaklanması
� Abbasilerin Emevileri yıkmak için harekete geçmesi
� Bazı halifelerin zevk ve eğlenceye dalarak halktan uzaklaşmaları
� Fetih hareketlerinin durması
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Arif ARSLANER

7. EMEVİLERİN İSLAM TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
� Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında başlayan ilmî gelişme Emeviler Dönemi'nde de devam etmiştir.
� Emeviler eğitime büyük önem vermişlerdir.
� Eğitimin yapıldığı yerler; camiler, ilim adamlarının evleri, kitapçılar ve küttaplardı (ilköğretim).
� Küttap geleneği zamanla yaygınlaştırılarak köylere kadar her yerde açılmıştır.
� Emeviler zamanında dil ve edebiyat alanlarında ilerlemeler olmuştur.
� Kur'an ilk yazıldığında harfler nokta ve harekeden mahrumdu.
� Kur'an'ın doğru anlaşılması için o dönemde nokta ve hareke yöntemi Arapçaya kazandırılmıştır.
� O dönemin en büyük fikrî gelişimi şiir alanında olmuştur.
� Bu devrin şiiri siyaset, aşk gibi konular üzerine inşa edilmiştir.
� Pek çok halife, şiiri desteklemiştir.
� Halil bin Ahmet, Arapça şiirinin vezin ve tekniğini ilk bulan kişidir.
� Onun bulup geliştirdiği bu formlar günümüzde bile geçerlidir.
� Onun öğrencisi İranlı Sibeveyh (öl.796) Arap dilinin grameri üzerine ilk sistematik eser yazan kişidir.
� Halife Abdülmelik zamanında Arapça resmî dil kabul edildi.
� Tüm bu çalışmalar Arapçanın bilim dili olmasını sağlamıştır.
� Şüphesiz Abbasi Dönemi'ndeki parlak ilmî gelişmelerde Emevilerin dil çalışmalarının büyük katkısı vardır.
� Emeviler Dönemi'nde diğer ilimlerle uğraşanlar olsa da yoğunluk dinî ilimler alanındadır.
� Bunun nedeni ise ashabın vefatı ile birlikte Kur'an ve Hz. Peygamber'in sünnetini anlamaya duyulan ihtiyaçtır.
� Hz. Peygamber'in hadislerinin toplanması için Ömer bin Abdülaziz büyük gayret göstermiştir.
� Onun halifeliği zamanında hadisler derlenmeye başlanmıştır.
� Hadisleri ilk toplayan kişi Zühri'dir.
� Bu konuda Zühri'ye halife Abdülmelik büyük destek vermiştir.
� Emeviler Dönemi, genç sahabelerle tabiinin yaşadığı dönemdir.
� Bu dönemde iki farklı ekol ortaya çıkmıştır.
� Bunlar Said bin Müseyyep'in imamı olduğu Hicaz ve İbrahim en Nehai'nin öncülüğünü yaptığı Irak ekolleridir.
� Hicaz ekolü, hakkında hüküm bulunmayan konularda kendi reyi ile hareket etmezken Irak ekolü bu konuda kişisel reyde bulunmayı benimser.
� Tefsir, tarih, meğazi gibi sahalarda da ilk çalışmalar bu dönemde başlamıştır.
� İslam sanatı, en yüksek ifadesini dinî mimaride göstermiştir.
� Her ne kadar bu eserlerde önceki medeniyetlerin etkileri olsa bile Müslüman mimar ve yapı ustaları bu eserlere kendi inançlarını, ruhlarını katarak özgün yapıtlar ortaya koymuşlardır.
� Emeviler bu alanda öncü konumundadırlar.
� Camiye minare ve mihrap ekleme geleneği Emevilerle başlamıştır.
� Şam Emeviye Camii ve Kubbetü's-Sahra günümüze ulaşabilen en eski İslami eserlerdendir.
� Şüphesiz Emeviler Dönemi'nde tıp, kimya, felsefe gibi alanlarda da çalışmalar yapılmıştır.
� Bilimsel eserlerin Arapçaya tercüme edilmesi, Emeviler Dönemi'nde başlamış ve Abbasiler Dönemi'nde zirveye ulaşmıştır.
� Hz. Muaviye'nin torunu olan Halit bin Yezid (öl. 706) İskenderiye'den bazı bilginleri Şam'a getirerek burada önemli bir kütüphane kurmuştur.
� Araplardan ilk kimyacı Halit bin Yezid'tir.
� Halit bin Yezid Arapların ilk kimyacısı olarak da bilinir.
� O, ayrıca kimya, tıp ve astroloji ile ilgili bazı kitapları Arapçaya çeviren ilk kişidir.
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Arif ARSLANER

1. ENDÜLÜS'ÜN FETHİ VE VALİLER DÖNEMİ
� İberya Yarımadası'nın fethi, ilk İslam fetihlerinin son halkasını teşkil eder.
� Emeviler'in Kuzey Afrika Valisi, Musâ b. Nusayr'ın, Halife Velîd b. Abdülmelik'ten aldığı izinle Tarîf b. Mâlik komutasında 500 kişilik bir birliği 710 yılının ilkbaharında keşif amacıyla İspanya'nın güney kıyılarına yollamasıyla fetih hareketi başlamıştır.
� Musâ b. Nusayr, Tarîf b. Mâlik'in bu küçük çıkarmadan olumlu sonuçlarla dönmesi üzerine fetih hazırlıklarına başladı.
� 711 yılının bahar ayında Berberî azatlısı Târık b. Ziyâd komutasında 7000 kişilik bir orduyu ve ardından da 5000 asker takviyesile İspanya'yı fethe yolladı.
� Bu esnada İspanya'da hâkim olan Vizigot Krallığı taht kavgaları, toplumsal-dinî çatışmalar sebebiyle gücünü yitirmiş durumdaydı.
� Emevi ordusu kolaylıkla İspanya'ya geçti.
� Bunda, Vizigotlar ile arası bozuk olan Sebte (Ceuta) Valisi, Julianos'un yardımlarının da etkili olduğu bilinmektedir.
� İspanya'nın güney ucundaki, Cebel'ü-Tarık veya Cebelü'l-Feth (Gilbraltar, Calpe) dağında karargâh kuran ordu, ilk hamlede el-Cezîretü'l-Hadrâ'yı (Algeciras) ele geçirdi.
� Kısa süre sonra, Kral Rodrigo komutasındaki Vizigot ordusunu yenilgiye uğrattı.
� Kısa sürede Malaga, Elvira, Cordoba ve Vizigotların başşehri Toledo ele geçirildi.
� Artık İspanya fethinin önünde ciddi bir engel kalmamıştı.
� Böylece Târık b. Ziyad, 711 yılının ilkbahar aylarında ordu komutanı olarak başlattığı bu fetih yürüyüşünü, yaz ayları biterken İspanya'nın yarısını alıp İslam'a açmış bir fatih olarak neticelendirdi.
� Musâ b. Nusayr da, 712 yılında çoğunluğu Araplardan müteşekkil 18.000 kişilik ordusuyla İspanya'ya geçti.
� İşbiliye (Sevilla), Karmûne (Carmona), Leble (Niebla) ve Mâride'yi (Merida) fethettikten sonra Tuleytula'da Târık ile buluştu. Ülkenin kuzey istikametine doğru yapılan harekât sonucu 713 yılında Liyûn (Leon), Cıllîkıye (Galicia) bölgesi, Lâride (Lerida), Berşelûne (Barcelona), Saragusta (Zaragoza, Saragossa) şehirleri fethedildi ve hatta Pireneler aşılarak Frank topraklarına girildi.
� 714 yılında Halife Velid b. Abdülmelik'in emriyle Musâ b. Nusayr, Endülüs'ün idaresini oğlu Abdülaziz'e bırakıp Târık b. Ziyad'la birlikte Dımeşk'e döndü.
� Böylece 3 yıl gibi kısa bir sürede İberya Yarımadası'nın fethi gerçekleşmiş ve Endülüs'te Valiler Dönemi (asru'l-vülât) başlamış oldu.
� 756 yılına kadar 21 valinin görev yaptığı bu dönemde fetih hareketleri Avrupa içlerine kadar götürüldü.
� Mürsiye (Murcia, Tüdmîr, Teodomiro), Arbûne (Narbona) bölgelerinden sonra Paris'e kadar yaklaşıldı.
� 732 yılında, Tours veya Poitiers (Balâtü'ş-şühedâ) savaşında Franklara yenilen Müslümanlar, bundan sonra daha çok iç savaş ve karışıklıklarla uğraştılar.
� Valilikler Dönemi, 756 yılında I. Abdurrahman'ın Endülüs Emevi Devleti'ni ilanına kadar devam etti.
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Arif ARSLANER

2. ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ

� Endülüs,Târık bin Ziyad'ın fethiyle beraber (711) yıkılışına kadar (750) Emevilerin, bu tarihten sonra ise 756'ya kadar da Abbasilerin yönetimi altında kalmıştır.
� Endülüs, 756 yılına kadar Emevi halifesi veya komutanlarca belirlenen valiler tarafından yönetildi.
� Bu nedenle bu sürece "Valiler Dönemi"(Asrü'l Vülat) denilmiştir.
� Abdurrahman'ın 756 yılında Endülüs Emevi Devleti'ni kurmasına kadar burada yirmi bir vali görev yaptı.
� Bu dönemde Müslüman fatihler Endülüs'ü üs olarak kullanıp Avrupa'nın fethini gerçekleştirmek için büyük mücadele verdiler. Bunun sonucunda Müslümanlar Fransa'nın güneyine hâkim olarak Paris'e yaklaştılar.
� Fakat Müslümanlar arasında kendini gösteren kabile çatışmaları sebebiyle bu ilerleyiş 732'de sona erdi.

2. 1. Emirlik Dönemi

� Abbasi Devleti kurulduğunda Emevi hanedanından olan kimseler takip edilerek katledildi.
� Bu katliamdan az sayıda kişi kurtulabildi.
� Bunlardan biri olan Abdurrahman bin Muaviye, 755'te Endülüs'e geçti.
� Onun Endülüs'e geçişi insanları sevindirdi.
� Önceden olduğu gibi Endülüs'te bulunan mevali, Emevilere olan bağlılığını devam ettiriyordu.
� Halk, Kayslıların yönetiminden rahatsız olduğu için Abdurrahman'a destek verdi.
� O, Yemenliler ve Berberîlerin de desteğini arkasına alarak sonvali olan Kayslı Yusuf el-Fihri ile pek çok yerde savaştı.
� Onu yenerek Kurtuba'ya kadar çoğu yerin hâkimiyetini ele geçirdi.
� Emirlik ilanı için ortamı uygun bulan Abdurrahman, 756 yılında Kurtuba'da halkın onayını alarak emirliğini ilan etti.
� Endülüs'te 756'dan 1031 yılına kadar süren, yeni bir Emevi Hanedanlığı kurulmuş oldu.
� Abdurrahman birtakım sorunlarla karşılaştı.
� Bunların başında iç karışıklıklar geliyordu. O, aldığı tedbirlerle iç karışıklığı önledi.
� Kabilecilik, ordu içinde büyük rahatsızlıklara sebep olduğu için kabilelerden asker almadı.
� Orduyu Kuzey Afrika'dan getirdiği paralı askerlerle savaş esirlerinden oluşturdu.
� Bir kısım muhalif insanı da çeşitli makamlara getirerek kendi yanına çekti.
� Böylece I. Abdurrahman iç kargaşayı büyük oranda önledi.
� O, 778 yılında İspanya'nın kuzeydoğusuna girerek Saragossa'ya yaklaşan Franklarla da savaştı.
� Franklar, ülkelerinde iç karışıklık çıktığı için çekilmek zorunda kaldılar.
� Abdurrahman öldüğünde (788) oğlu I. Hişam'a, gücü Abbasiler ve Bizans tarafından da kabul edilen, Suriye –Emevi geleneklerinin hâkim olduğu bir devlet bıraktı.
� Dindar kişiliğiyle Ömer bin Abdülaziz'i hatırlatan I. Hişam (788- 796) tahta geçtiğinde ciddi bir muhalefetle karşılaşmadı.
� O, âlimlere değer verdi ve Maliki mezhebini Endülüs'ün resmî mezhebi ilan etti.
� İslam'ın yayılmasını önemsedi.
� Onun Dönemi'nde yerli halktan pek çok kimse Müslüman oldu.
� Hişam, İspanya'nın kuzeyinde bulunan Hristiyan krallıklara karşı zaman zaman savaştı.
� Hişam'dan sonra emirlik, oğlu I. Hakem'e geçti (796- 822).
� Hakem Dönemi'nde tekrar iç karışıklık başladı.
� Arap ve Berberîlerin yanında muvelledun ( İspanyol asıllı Müslümanlar ) da Hakem'e karşı ayaklandı.
� Hakem zor da olsa bu isyanları bastırdı.
� Hazinenin gelirlerini büyük oranda artırdı.
� Toplumda adaletin hâkim olması için büyük gayret gösterdi.
� Hakem'in oğlu II. Abdurrahman, babasından problemleri azaltılmış bir yönetim devraldı.
� O, sahip olduğu tecrübeden de faydalanarak ortaya çıkan birkaç ayaklanmayı kolayca bastırdı.
� Onun döneminde uzun süre devam eden istikrar, pek çok alanda atılım yapılmasını sağladı.
� Yine onun zamanında tarım ve imalat sanayinde büyük gelişmeler oldu.
� Bu dönemde devletin gelirlerinde artışlar zirveye ulaştı.
� İslam ve Arapça insanlar arasında hızla yayıldı.
� Abdurrahman, İspanyol hükümdarların saldırılarına karşı da gereken karşılıkları vererek Endülüs topraklarını korudu.
� Tüm bunlardan dolayı onun dönemi "Eyyamü'l- Arus"(Düğün Günleri) olarak anılmıştır.
� Abdurrahman'dan sonra Muhammed (852- 886), Munzir (886- 888) ve Abdullah'ın (888- 912) hükümdarlık yaptığı yaklaşık 60 sene süren yeni bir dönem başladı.
� Endülüs Devleti'ni meydana getiren farklı etnik unsur ve dinî gruplar, birbirleriyle çatışmaya başladılar.
� Diğer yandan Hristiyan hücumları ülkeyi parçalanmanın eşiğine getirdi.
� Munzir ve özellikle Abdullah döneminde ayaklanmalar şiddetlendi.
� Ülkenin birliği bozularak pek çok devletçik oluştu.
� Merkezî devlet, vergi toplayamaz hâle geldi.
� Ülkeyi siyasi ve sosyal bakımdan bir belirsizliğe sürükleyen bu olaylardan dolayı bu döneme Endülüslüler "Büyük Fitne"(el- fitnetü'l- kübra) adını verdiler.
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Arif ARSLANER

2.2. Halifelik Dönemi

� Emir Abdullah öldüğünde (912) oğullarından ve kardeşlerinden kimse yönetimi üstlenmeye yeltenmedi.
� Çünkü sorunlar içinden çıkılmaz bir hâl almıştı.
� Bu zor dönemde yönetimi, Abdullah'ın yirmi yaşlarında olan genç torunu III. Abdurrahman devraldı.
� Herkes ona destek verdi.
� Çünkü o, yaşı genç olmasına rağmen çok yönlü bir kişiliğe sahipti.
� Dedesi daha çocuk yaşta onu devlet işlerini yapmaya hazırlamıştı.
� III. Abdurrahman (912- 961) göreve geldiğinde ilk önce merkezî idareyi yeniden tesis etme yoluna gitti.
� Sorunları şiddetle değil, konuşma yoluyla çözme metodunu uyguladı.
� İsyancı gruplara elçiler göndererek onları barışa davet etti.
� Onun bu yaklaşımı büyük yankı uyandırdı.
� Ayaklanan kimselerin önderlerini aileleriyle beraber Kurtuba'da zorunlu ikâmete tabi tuttu.
� İsyancı grupları yeniden merkezî devlete bağladı ve bunların vergi vermelerini sağladı.
� İçeride birlik ve sükûneti sağlayan III. Abdurrahman, Kuzey Afrika'da Fatımi Devleti'ni kurarak Şiiliği Endülüs topraklarında yaymaya çalışan kimselerle mücadele etti.
� Berberîler ile anlaşarak Kuzey Afrika'da ağırlığını hissettirdi.
� Güçlü bir donanma kurarak Kuzey Afrika'daki Septe ve Tanca'yı ele geçirdi.
� Böylece Kuzey Afrika'dan Endülüs'e ulaşan tek yol olan Cebel'ü-Tarık'ı kontrol altına aldı.
� III. Abdurrahman, kuzeyde bulunan İspanya krallarıyla da savaştı.
� Sonuçta Leon ve Pamplona krallıkları vergi vererek onun himayesine girdiler.
� Ayrıca eğitime büyük değer verdi.
� Öte yandan Kurtuba'da pek çok eser yapılmasını sağladı.
� III. Abdurrahman'ın ünü kısa zamanda ülke sınırlarını aştı.
� Nitekim Bizans ve Germen imparatorları, elçiler göndererek kendisiyle siyasi ilişkiler kurdular.
� Bütün Endülüslüler tarafından sevilen ve takdir edilen III. Abdurrahman, halkın isteği doğrultusunda kendine "Nâsırlidinillah"(Allah'ın dininin yardımcısı) sıfatını vererek halifeliğini ilan etti (929).
� Halk coşku içinde onun halifeliğini tanıdı.
� Böylece EndülüsEmevi Halifeliği Dönemi başlamış oldu.
� III. Abdurrahman'ın ölümünden sonra (961) halifeliğe II. Hakem geçti.
� O, ilim sahibi ve tecrübeli biriydi.
� Babasından devraldığı iç huzur ve sükûnet ortamını devam ettirdi.
� Kuzeyde, İspanyol kralların karşısındaki üstünlük onun döneminde de sürdü.
� II. Hakem Dönemi'nde asıl gelişme, ilim ve sanat alanlarında oldu ve eğitim yaygınlaştırıldı.

2. 3. Yıkılışı

� II. Hakem'in ölümüyle henüz on iki yaşındaki oğlu II. Hişam getirildi.
� II. Hişam'ın halifeliği sembolik olup devletin idaresi İbn Ebi Âmir'in elindeydi.
� Onun çocukluğundan faydalanan Hacip İbn Ebi Âmir, devlet yönetimini ele geçirdi.
� Kendinden sonra da iki oğlu, yönetimi ellerinde bulundurdukları için bu döneme Âmirîler Dönemi denilmiştir (976- 1008).
� Bu durum, devletin en üst makamında bir otorite boşluğu meydana getirdi.
� Bu boşluğun doldurulması için sivil ve askerî idareciler arasında rekabet ve mücadele başladı.
� İbn Ebi Âmir Dönemi'nde Endülüs'te kısmen bir istikrar ortamı doğdu.
� Çünkü İbn Ebi Âmir, isyan edenleri en ağır şekilde cezalandırıyordu.
� O, aynı zamanda İspanyol krallıklarına karşı da başarılı savaşlar yaptı.
� İbn Ebi Âmir'in oğlu Abdülmelik de babasının başlattığı idari yapıyı devam ettirdi.
� İspanyol Krallıklara karşı da başarılı mücadeleler verdi.
� Ancak çok genç yaşta öldü ve yerine üvey kardeşi Abdurrahman geçti (1008).
� Zayıfbir kişiliğe sahip olan Abdurrahman, zevk ve eğlence içinde bir hayat yaşıyordu.
� Bundan dolayı Endülüs halkı onu sevmedi.
� O, kendisinin, II. Hişam tarafından veliaht ilan edilmesini sağladı.
� Bu olay üzerine Emevi soyundan olan kimseler ayaklanarak II. Hişam'ı görevden alıp Muhammed bin Hişam'ı "el- Mehdi" sıfatıyla halife yaptılar.
� Abdurrahman öldürüldü.
� El- Mehdi de Abdurrahman gibi zayıf karakterli ve eğlenceye düşkün biriydi.
� İdari görevleri yandaşlarına dağıttı.
� Bu uygulamalar sonunda siyasi yapı tıkanma noktasına geldi.
� Zaman içinde Kurtuba halkı ile Âmirîler ailesini destekleyen Berberîler arasında sürtüşme başladı.
� Kargaşanın gittikçe büyümesi üzerine Kurtuba eşrafı 1031'de Ulu Cami'de toplanarak hilafetin sona erdirilmesi ve ismi bu yönetimle özdeşleşen Emevi sülalesinden kişilerin şehirden sürülmesi kararını verdi.
� Bundan sonra Kurtuba'nın nasıl idare edileceği şûrada belirlenecekti.
� Bu kararla birlikte Endülüs'te fiili bölünme gerçekleşti ve her grup bağımsızlığını ilan etti.
� 1031-1090 yılları arasında nerdeyse her şehir bağımsızlığını ilan ederek yirmi kadar devletçik (mülûkü't-tavaif) oluştu.
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Arif ARSLANER

3. EMEVİLER SONRASINDA ENDÜLÜS

� Hilafetin yıkılmasından sonra Mülûkü't-Tavaif (Küçük Devletçikler) Dönemi'nde, Kurtuba dışındaki şehirlerde yaşayan nüfuz sahibi pek çok aile bağımsızlığını ilan etti.
� Bu dönemin en büyük siyasi olayı, grupların topraklarını genişletmek için birbirleriyle kıyasıya savaşmalarıdır.
� Bu süreçte Müslümanlar gittikçe zayıflarken Hristiyan krallıklar güçlenerek "reconquista"yı (geri alma) gerçekleştirmek için fırsat kollamaya başladılar.
� Müslüman gruplar arasındaki çatışmaları fırsat bilen Hristiyan krallıklar, Müslümanların bazı şehirlerini ele geçirdi.
� 1085 yılında Müslümanların Kurtuba'dan sonra ikinci büyük şehirleri olan Tuleytula da işgal edildi.
� Bu olayla birlikte gruplar, Hristiyanların İspanya'nın tamamını ele geçirme peşinde olduklarını anladılar.
� Halk bu olaydan sonra derin bir ümitsizlik içine düştü.
� Yaklaşmakta olan tehlikeyi sezen bazı emirler, ulema ve halkın da teşvikiyle Murabıtlardan yardım almak zorunda kaldılar.
� Murabıtların Hükümdarı Yusuf bin Taşfin komutasındaki ordu 1086'da İspanya'ya girerek pek çok yerde İspanyol Krallığı'na karşı savaştı ve kesin bir zafer elde etti.
� Hristiyanların Müslümanlara karşı saldırıları bir süre durdu.
� Yusuf bin Taşfin tekrar Mağrip'e döndü. Ancak Mülûkü't-Tavaif liderleri yeniden birbirleriyle savaştığı için Yusuf bin Taşfin Endülüs'e geri döndü. Bu sefer grupları dağıtarak Endülüs'ü Murabıtlar Devleti'ne bağlı bir eyalet olarak yönetmeye başladı.
� Burayı yöneten valiyi Murabıtlar atıyordu.
� Murabıtlar, Endülüs'ü altmış yıl idare ettiler.
� Onlar yirmi beş yıl içeride istikrarı sağladılar ve Hristiyan saldırılarını engellediler.
� Fakat bir müddet sonra durum değişti.
� Vergilerin artması, Murabıtlı idarecilerin zevk ve eğlenceye dalması gibi sebeplerle iç çalkantılar meydana geldi.
� Bazı emirlerin ve fukahanın da Murabıtlara karşı koymaları Murabıtların gücünü iyice zayıflattı.
� Bunun yanında Kuzey Afrika'da meydana gelen bazı iç huzursuzluklar ve Murabıtların Endülüs'te Hristiyanlarla yaptıkları savaşlarda üst üste yenilmeleri onların sonunu hazırladı (1147).
� Murabıtların yıkılmasından sonra Endülüs'ün siyasi birliği tekrar bozuldu.
� Fırsattan istifade eden İspanyol Krallıkları pek çok yeri ele geçirdiler.
� Bazı emirlerin yardım istemesi nedeniyle Kuzey Afrika'da Murabıtların yerine kurulan Muvahhitler, Endülüs'e geldiler (1147).
� Burada Hristiyanlara karşı savaşan Muvahhitler, Hristiyanların saldırılarını önledikten sonra tekrar kendi ülkelerine döndüler.
� Bunun üzerine Portekizliler 1189'da Fransız, İngiliz ve Almanların da katıldığı bir Haçlı ordusuyla Şilp'i işgal ettiler.
� Muvahhitler, Hristiyanların ilerlemesini durdurmak için tekrar Endülüs'e dönüp bazı savaşlarda başarılar elde ettiler.
� Fakat 1212'de pek çok krallığın askerlerinden oluşan büyük bir Haçlı ordusu Muvahhitleri ağır bir yenilgiye uğrattı.
� Endülüslüler, Haçlılar karşısındaki yenilginin nedeni olarak Muvahhitleri gördü.
� Bir müddet sonra pek çok grup ayaklanarak bağımsızlığını ilan etti.
� Bu arada Kuzey Afrika'da da Muvahhitlere karşı ayaklanmalar meydana geldi.
� 1228'de Muvahhitler yıkılma sürecine girdi.
� Bu süreçte Hristiyanlar birleşerek hâkimiyet alanlarını genişlettiler ve bütün İspanya'yı ele geçirme projelerini adım adım gerçekleştirdiler.
� 1228'den 1250'ye kadar Gırnata ve çevresindeki birkaç kent dışındaki toprakların tamamı Hristiyan yönetimine geçti.
� Müslümanların elinde kalan Gırnata ve civarında bulunan birkaç küçük şehirde Gırnata Sultanlığı, diğer bir ifadeyle Nasriler Devleti kuruldu (1238- 1492).
� Nasriler uyguladıkları esnek ve dinamik dış politika sayesinde kurdukları devleti iki buçuk asır yaşatmayı başardılar.
� Hristiyan krallıkları karşılarına almamaya gayret gösterdiler.
� Gırnata Sultanlığı, takip ettiği siyaset ile 1462 yılına kadar nispeten istikrarlı bir dönem geçirdi.
� Fakat bu tarihten sonra iç ve dış şartlar Gırnata'nın aleyhine gelişti.
� İç karışıklıklar meydana geldi. Kastilya-Leon Krallığı "reconquista"nın tamamlanması için bu durumu çok iyi kullandı.
� Kuzey Afrika ile Gırnata arasındaki tek bağlantı yolu olan Cebelitarık zapt edildi.
� Gırnata Sultanlığı'nın hareket alanı gittikçe daraldı. Gırnata'nın elinde bulunan şehirler işgal edildi.
� Gırnata Sultanlığı 1487'de Osmanlı Padişahı II. Bayezit'ten yardım istedi.
� Fakat II. Bayezit, kardeşi Cem ve Memlüklular ile mücadele etme mecburiyeti gibi sebeplerle yardım gönderemedi.
� 1489'da Gırnata'nın etrafındaki bütün şehirler alındı ve sıra Gırnata'ya geldi.
� Müslümanlar çok iyi savaşmalarına rağmen erzak yokluğu ve diğer imkânsızlıklar sonucu teslim olmak zorunda kaldı (1492).

4. ENDÜLÜS'TE MÜSLÜMAN VARLIĞINA SON VERİLMESİ

� Kastilya Kralı Fernando (Ferdinand d'Aragon) ve eşi Kraliçe İzabella (İsabelle de Castille), Gırnata'yı teslim alırken yaptıkları anlaşmaya beş yıl uydular.
� Bu arada İspanyollar bütün İspanya'yı Hristiyanlaştırmayı düşünüyorlardı.
� Bu nedenle anlaşma maddelerini çiğnemeye başladılar.
� 1497 yılına girildiğinde Müslümanları Hristiyanlaştırma hareketi başladı.
� İlk önce Müslümanların medeni haklarında kısıtlamalar yaparak şehir idare meclisinde çalışanların işlerine son verdiler.
� Şehir merkezinde bulunan Müslümanlar kenar mahalle ve köylere, hatta ülke dışına göçe zorlandı.
� Onlar topraklarını satmaya mecbur edildi.
� Fakat toprak almaları yasaklandı.
� Bu yüzden bazı Müslümanlar topraklarını satarak Kuzey Afrika'ya göç etmeye başladılar.
� 1497 yılından itibaren Müslümanlar önce ikna yoluyla Hristiyanlaştırılmaya çalışıldı.
� Müslümanlara gönderilen din adamları, Hristiyanlığın propagandasını yaparak bu dine girilmesini teşvik ettiler.
� Bu yolla bir sonuca ulaşamadılar ve 1498 yılından sonra zorla Hristiyanlaştırma faaliyetine başladılar.
� Halkın İslam'la bağlarını koparmak için Arapça yazılmış dinî eserler toplatılıp yakıldı ve Arapça konuşmak yasaklandı.
� Bu uygulamalar Gırnatalı Müslümanları ayaklandırdı.
� 1499-1500 ve 1501'de yapılan ayaklanmalar çok sert biçimde bastırıldı.
� Sağ kalanlar topluca Hristiyanlığı kabul ederek canlarını kurtarabildiler.
� 1502'de çıkarılan bir kanunla Müslüman çiftçilerin ya Hristiyan olmaları ya da ülkeyi terk etmeleri istendi.
� Bu süreçte pek çok Müslüman takiyye yaparak inancını gizledi.
� İspanya Krallığı 1526'da çıkardığı diğer bir kanunla bütün Müslümanların Hristiyanlığı kabul ettiklerini açıkladı.
� Çıkarılan kanun, bütün mescitlerin kapatılmasını gerektiriyordu.
� Müslüman kadınların İslami kıyafetleri bırakarak Hristiyan kadınlar gibi giyinmeleri emredildi.
� Aynı yıl engizisyon mahkemeleri kuruldu.
� 1556-1557 yıllarında çıkarılan bir ferman gereğince on bir yaşının altındaki çocuklar kiliselere teslim edilecekti.
� Bunların dışında daha pek çok hüküm, İslam inanç ve kültürünü tamamen ortadan kaldırmayı amaçlıyordu.
� Bu çok ağır kararlar karşısında Müslümanlar 1568-1570 yılları arasında ayaklandılar.
� Ancak bu ayaklanmalar bastırıldı.
� Engizisyon mahkemeleri, alınan kararların uygulanması için büyük gayret gösterdi.
� İslam'a ait ufak bir söz veya hareket en ağır şekilde cezalandırıldı.
� İspanya Krallığı 1609–1614 yıllarında tespit ettikleri bütün Müslümanları ülkenin dışına sürdü.
� Sürgüne gönderilen Müslüman sayısı beş yüz bin civarındaydı.
� Müslümanlar, öncelikle Kuzey Afrika veya Fransa'ya gitmeyi tercih ettiler.
� Fransa'ya gidenlerin büyük bir bölümü, İtalya ve Venedik üzerinden Osmanlı topraklarına ulaştı.
� Bu insanların büyük bir bölümü yolculuk esnasında karşılaştıkları hastalık, açlık ve baskına uğrama gibi nedenlerle hayatlarını kaybetmişlerdir.
� İspanyollar önce Morisko'yu, Endülüs şehirlerinin geri alınmasıyla Hristiyan hâkimiyeti altında kalan Müslümanlar için kullandıkları Mudejar (Müdeccen) adıyla eş anlamlı tutarak, XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de zorla Hristiyanlaştırılan eski Müslümanlara bu ismi vermişlerdir.
� 1491 yılında yapılan hoşgörü anlaşmasının şartları çabuk unutuldu.
� Önceleri barışçı yollar denenerek Müslümanların yavaş yavaş Katolik olmaları beklendi.
� 1492'da geçişleri hızlandırmak isteği belirince, Müslümanlar verilen sözlerin tutulmadığı duygusuna kapıldılar.
� Bu da krallara 1491 anlaşmasını yok saymak için bahane oldu.
� 1499'da Kardinal Ximenez de Cisneres'in Gırnata'yı ziyareti ve oradaki yargıçlarla münazarası sonucunda, yeni siyasi yol çizildi.
� Bunu özellikle İslamî kitapların yakılması ve Hristiyanlaştırma faaliyetleri takip etti.
� Bu ise ertesi sene başlayıp bir yıl sürecek olan isyanla sonuçlandı.
� Ceza olarak Gırnata Müslümanlarına 1502'de vaftiz veya sürgün tercihleri sunuldu.
� Pek çoğu temel inançlarından taviz vermeksizin vaftizi seçtiler.
� 1502'de, yayınlanan bir fermanla bütün Müslümanlar din değiştirmeye zorlandı.
� Bayramların kutlanması, geleneksel giysiler giyilmesi, Arapça konuşulması, Arapça kitap bulundurulması, çocukların sünnet ettirilmesi, kadınların tesettüre uygun giyinmesi yasaklandı ve vergiler artırıldı.
� Bu kurallara uyulup uyulmadığının kontrol etmek için ve cezayı müeyyideleri uygulamak için Gırnata, Belensiye ve Moriskoların çoğunlukta olduğu yerlerde engizisyon mahkemeleri kuruldu.
� Bir Morisko'nun Ramazan'da kendisine verilen yemeği yememesi, cuma günü temizlik yapması, çocuklarına Müslüman ismi vermesi, Arapça konuşması, ağzından "Allah", "Muhammed" lafızlarından birinin çıkması ve yatak odasında haç bulundurmaması gibi sebepler engizisyon mahkemesine sevki için yeterliydi.
� Mahkemelerde kendilerine yüklenilen suçu itiraf eden sanıklar para cezası, mal müsaderesi, kürek mahkûmluğu veya yakılarak öldürülme gibi cezalara çarptırılmaktaydı.
� Bu mahkemelerde, 1481-1517 yılları arasında ülke genelinde 13.000 kişinin diri diri yakılma cezasına mahkûm edilmiştir.
� 1568 yılında Gırnata'da Moriskolar Muhammed b.Ümeyye'nin önderliğinde ayaklandılar.
� Osmanlılardan da İspanya üzerine bir deniz seferi düzenlenmesini talep ettiler.
� Fakat II. Selim o sırada Kıbrıs'ın fethiyle meşgul olduğundan beklenen yardımı yapamadı.
� II. Felipe'nin emriyle 4 Nisan 1609'da sürgün edilmeleri benimsendi. 1614 yılına kadar devam eden sürgün sırasında İspanya'dan çıkarılan Moriskoların sayısı 300.000'i aşmıştır.
� Bunların büyük çoğunluğu Fas, Cezayir ve Tunus'a, az bir kısmı Selanik, Belgrat, İzmir, İstanbul, Adana, Şam ve Trablusgarp gibi Osmanlı şehirlerine gitti; bu arada Fransa, İngiltere ve İtalya'ya göç eden küçük topluluklar da oldu.

5. OSMANLI-ENDÜLÜS-İSPANYA İLİŞKİLERİ

� İstanbul'un Müslüman Türkler tarafından fethi, Benî Ahmer Emirliği'nde büyük bir sevinçle karşılandı.
� Zira bu olay son İslam devleti açısından, Hristiyan krallıklara karşı yardım talep edebilecekleri bir güç demekti.
� II. Bayazit, kardeşi Cem ve Memlüklerle meşgul olduğu için (1487) de kendisinden istenilen yardımı yapamadı.
� Gırnata'nın düşmesinden on yıl sonra, (1502)'de bu defa şehirde kalmış olan Müslümanlar II. Bayazit'e elçi gönderdiler.
� Bunun üzerine II. Bayazit, meşhur denizci Kemal Reis kumandasında bir donanmayı Akdeniz'e gönderdi.
� Kemal Reis, bir grup Endülüslü Müslüman'ı kurtararak Kuzey Afrika'ya ve İstanbul'a taşınmalarını sağladı.
� Şarlken (V. Carl) zamanında (1516-1556), İspanyollardan büyük zulüm gören Endülüs Müslümanları, Cezayir emiri olan Hızır Reis'ten (Barbaros) yardım istediler.
� Hızır Reis de 1530 yılında İspanya sahillerine yedi defa gönderdiği otuz altı parçalık donanmasıyla 70.000 Müslüman'ı kurtardı.
� Yine Kanuni döneminde Turgut, Piyale ve Salih reisler de Osmanlı donanmasıyla, İspanya kıyılarına sayısız seferler düzenleyerek çok sayıda Endülüslü Müslüman'ı, Kuzey Afrika'ya taşıdılar.
� Türk denizcilerinin bu faaliyetleriyle Osmanlı-Endülüs münasebetlerinin iyice güçlenmekte olduğunu gören İspanyollar, Endülüs Müslümanlarının Osmanlılarla ilgilerini kesebilmek için asimilasyon faaliyetlerine hız verdiler.
� Dışarıyla ilişki kurduğu tespit edilen kişiler engizisyon mahkemelerinde ağır şekilde cezalandırıldılar.
� Bu hareketler neticesinde Endülüslüler, 1568'de İspanya'nın güney kıyılarının tamamını etkileyen büyük bir ayaklanma gerçekleştirdiler. Bu sırada Osmanlı padişahı olan II. Selim'e de üst üste mektuplar gönderildi.
� II. Selim de, Cezayir Beylerbeyi Kılıç Ali Paşa'ya emir verdi.
� Alınan emir sonucunda Kılıç Ali Paşa'nın gönderdiği donanma, Meriye önlerinde çıkan bir fırtına neticesinde dağıldı.
� Ertesi yıl bir komutanla bol miktarda silah ve asker gönderildi.
� Fakat Endülüs'e varan komutanın, mal toplamaya yönelmesi ve isyan eden Müslümanların lideri Muhammed b. Ümeyye'yi öldürtmesi, ayaklanmayı zayıflattı.
� Bu durumdan haberdar olan II. Selim, Endülüslülere bir defa daha yardım taahhüdünde bulunduysa da (1570) ertesi yıl, Osmanlı donanmasının Lepanto'da yakılması, vaat edilen yardımın -gerçekleşmesini imkânsız hale getirdi.
� Bunun da etkisiyle üç yıldır devam eden ayaklanma son buldu.
� İspanyollar, 1609-1614 yılları arasında ülkede bulunan Müslümanların tamamını Endülüs'ten uzaklaştırdılar.
� O sırada Osmanlı tahtında bulunan I. Ahmet hem Avusturya hem de İran seferleriyle uğraşması ve donanmanın da güçlü olmaması sebepleriyle Endülüs Müslümanlarına yardım edemedi.
� Bununla beraber Sultan; Fas, İngiltere, Fransa ve Venedik gibi devletlere elçiler göndererek Osmanlı Devleti'ne sığınmak isteyen Endülüs Müslümanlarına yardımcı olunmasını istedi ve bu sayede birçok Endülüslü Kuzey Afrika'daki Osmanlı topraklarına ve İstanbul'a ulaşabildi.
6. HRİSTİYANLARIN ELİNDE ENDÜLÜSLÜLER
� Endülüs'te Emevî idaresi, son yirmi yılı içerisinde ortaya çıkan iç karışıklıkların bir türlü durdurulamaması yüzünden 1031 yılında çökmüş ve yerine irili ufaklı yirmiden fazla beylik ortaya çıkmıştır.
� Mülûkü't-Tavâif adıyla anılan bu devir, Endülüslüler için yok oluşun başlangıcı olmuştur.
� Bu dönemde, İberya Yarımadası'nın en stratejik şehri olan Tuleytula (Toledo), 1085 yılında Hristiyan İspanyalıların eline geçince, Tuleytula'da kalan Müslüman ahali de Hristiyan hâkimiyeti altında müdeccen (mudejar) konumuna düştü.
� Hristiyan İspanyalılar, Tuleytula'nın işgali esnasında şehir halkıyla can, mal, din ve ibadet özgürlüğü maddelerini kapsayan bir anlaşma yapmışlardı.
� Endülüs halkıyla yapılan bu anlaşmalar Müslüman devletlerin zimmi halk ile yaptığı anlaşmalardan mülhemdir.
� Bunun örneklerinden birisi, 1094 yılında Belensiye'nin (Valencia) işgalinden sonra yaşanmıştır.
� Yapılan teslim anlaşmasına aykırı olarak şehrin kadısı İbn Cehhâf, diri diri yakılmış, Müslümanların malları müsadere edilmiş, bir kısım Müslüman erkek hadım edilerek Hristiyan idarecilere hizmetçi yapılmış ve zorla Hristiyanlaştırılmışlardır.
� Merkezdeki Ulu Cami de kiliseye çevrilmiştir.
� 1248 yılında İşbiliye (Sevilla) şehri, Hristiyanların eline geçtiğinde, şehirde bulunan bütün Müslümanlar sürgün edilmiştir.
� Sonra Kastilya Kralı III. Fernando, ilk iş olarak merkezdeki Ulu Cami'yi kiliseye çevirtmiş, sonra da Müslümanların geride bıraktığı mülklerini askerleri arasında paylaştırmıştır.
� Hristiyanlar, 1487 yılında bu kez Malaga şehrini işgal ettiklerinde ise şehirde bulunan on beş bine yakın Müslüman halkın tamamını esir etmişlerdir.
� Bunlardan yüz adedi Papa'ya, altmış genç kız Portekiz ve İtalya krallarına hediye olarak gönderilmiş, geri kalanlarsa Hristiyan ailelere, kiliselere, askerlere ve kraliyet memurlarına köle olarak dağıtılmışlardır.
� Müslümanlarla İspanyollar arasında bir anlaşma imzalanmıştır.
� Ancak bu anlaşma kuralları üç yıl kadar geçerliliğini sürdürmüştür.
� Sonra ise Müslümanlar bu antlaşma kurallarının uygulanması konusunda şüpheye düşmeye başladılar ve yeni güvenceler istediler.
� Bunun üzerine kral ve kraliçe, geniş bir açıklama yapma gereği duydular.
� İspanya Krallığı'nın, Hristiyan liderlerinden Tuleytula (Toledo) rahiplerinin reisi Kardinal Gonzalez, Mendoza gibileri, kral ve kraliçeyi kışkırtarak onları Müslümanlar konusunda takip ettikleri politikalarını değiştirmeye zorladılar.
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Arif ARSLANER

7. ENDÜLÜS İSLAM DEVLETİ'NİN ÖNEMİ VE BATI MEDENİYETİNE ETKİSİ

� Endülüs Emevileri de ilim ve kültür alanında büyük bir aşama kaydetmişti.
� Hem dinî ilimlerde hem de diğer ilimlerde ileri seviyedeydiler.
� Endülüs'te eğitime büyük önem verildiğinden okuma yazma bilmeyen çok azdı.
� Eğitim cami, medrese ve küttaplarda yapılıyordu.
� İlmin her dalında yetkin kişiler yetişmişti.
� Tefsirde Muhammed el-Kurtubi (öl.1273), hadiste İbn Abdi'l-Berr (öl. 1070), fıkıhta İbn Hazm'e (öl. 1064), tasavvufta Muhyittin İbn Arabi (öl.1240) gibi âlimler önde gelen isimlerdendir.
� Endülüs'te felsefe ve mantık alanlarında da önemli çalışmalar yapılmıştır.
� Muhammed bin Meserre (öl. 931) ile başlayan felsefe geleneği İbn Bacce (öl.1138), İbn Tufeyl (öl.1185) ve İbn Rüşt (öl. 1198) gibi filozoflarca devam ettirilmiştir.
� Grek felsefe ve mantığının tamamı Endülüslü filozoflarca Arapça'ya çevrilmiştir.
� İbn Rüşt'ün öğrencisi Yahudi İbn Meymun da felsefe alanında yetkin isimlerdendi.
� Endülüs'ün ilimdeki bu parlak döneminde Batı dünyası büyük bir karanlığın içinde bulunuyordu.
� Avrupa'daki Rönesans ve Reform hareketlerinin ortaya çıkmasında, Endülüs'te bulunan ilmî birikimin büyük payı vardır.
� Batılılar İlk defa Aristoteles ve Platon gibi filozofları Müslüman bilginlerden öğrenmişlerdir.
� Endülüslüler kitaba büyük değer verirdi.
� III. Abdurrahman Dönemi'nde dünyanın en zengin kütüphaneleri Endülüs'te bulunuyordu.
� Onun inşa ettirdiği Kurtuba Kütüphanesi'nde dört yüz bin kitap olduğu kaynaklarda geçmektedir.
� Endülüs'te bunun dışında da birçok büyük kütüphane bulunmaktaydı.
� Bu kütüphaneler engizisyon mahkemelerinin kurulduğu dönemlerde Hristiyanlar tarafından yakılmıştır.
� Endülüs'te Müslümanlar mimari alanında da önemli eserler inşa ettiler.
� Medreseler, saraylar ve büyük camiler o dönemin mimari anlayışını göstermektedir.
� III. Abdurrahman'ın başkentte yaptırdığı Kurtuba Medresesi, o dönemin en önemli eğitim kurumuydu.
� Burada Avrupa, Afrika ve Asya'dan gelen Müslüman ve Hristiyan öğrenciler öğrenim görmekteydiler.
� O dönemin bazı meşhur eserleri, Kurtuba Ulu Cami, Medinetü'z-Zehra Camii, Caferiye (Saragossa) ve el-Hamra Sarayı'dır.
Herkes ders anlatır ama Arif hocam öğretir.

Kitap okumadan meydan okunmaz
Soru çözmeden sınav kazanılmaz
İmkansız diye bir şey yoktur. Sadece zaman alır.
  •  

Benzer Konular (5)